21 Aralık 2010 Salı

Sen gittikten sonra "Her şey, o kadar da kötü değilmiş be" diyorum Sayın Canan Eda Özgener.

Yarın spora başlıyorum. Sigaraya vermediğimiz parayı bir yere harcamamız gerekiyordu.

14 Aralık 2010 Salı

çiçeklerin dili olsa

Kim bilir ne çiçekler vardır, bizim bilmediğimiz ıssız ormanlara güzel kokusunu saçan, yeşilliğin içinde biricik renkleriyle duran. Şimdi gitsen böyle bir çiçeğin yanına otursan. Onu dalından kopartıp evine getirmek, onu şehrin kokusuyla, şehrin suyuyla zehirlemek, onu alışık olmadığı bir toprağa ekmek ister miydin? Ona dokunmaya bile kıyamazdın değil mi? Yüzüme bakıp "sonra başka erkeklere sevişemeyecek miyim?" diye sorduğunda işte böyle bir çiçekten farkı yoktu.

Biraz otururdun yanında çiçeğin. Rengini ezberlerdin. Kokusunu içine çekerdin doyasıya. Sonra yürüyüp giderdin. Onu bir saksıda görmektense aklının bir köşesine resmini çizerdin.
Özlem

Mavi yaz akşamlarında, özgür gezeceğim,
Ayaklarımın altında nemli, serin kırlar
Başakları devşirip, otları ezeceğim,
Yıkayıp arıtacak çıplak başımı rüzgar.

Ne bir söz, ne düşünce, yalnız bitmeyen bir düş
Ve yüreğimde sevgi; büyük, sonsuz, umutlu,
Çekip gideceğim, çingene gibi, başıboş
Doğada, -bir kadınla birlikte gibi mutlu.

Arthur Rimbaud


Semih Kaplanoğlu'na saygılar.

8 Aralık 2010 Çarşamba

Altıncı Masal (Cennetlik Adam)
1. Her türlü kötü isi yapan biri, cennetlik mi yoksa cehennemlik mi oldugunu ögrenmek için hocanın yanına gider.
2. Hoca, ondan, yeni gömülen bir cenazenin mezarına bir fidan dikmesini ister. Dikilen fidan yeserirse adam cennetliktir.
3. Aksam olunca adam, fidanı götürüp mezarın basına diker, bir tasın arkasına geçip bekler.
4. Baska bir adam gelip, yeni gömülen ölünün cigerlerini çıkarıp yer. Cennetlik adam, silahını çeker adamı öldürür.
5. Hocanın yanına gidip durumu anlatır. Hoca, “Sen cennetliksin.” der.


"Adıyaman Yöresi Masalları Üzerine Bir İnceleme" isimli tez en çok işime yarayan oldu.

26 Kasım 2010 Cuma

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=22766

28 Ekim 2010 Perşembe

cesur kadın

Gelecekte bir gün kadının teki kapımı çalsa.

İçeri girse, hiçbir şey demeden. Üstündekileri bile dökünmeden. Şu şarkıyı söylemeye başlasa, sesi güzel olmayabilir de. Ama başından sonuna kadar. Sözlerinin hepsini ezberlemiş. Benim için değil, zaten bir gün lazım olur diyerek, gençlik günlerinden beri aklında. Söylemek istediğinde karşısında olduğum için dünyanın en mutlu adamı addetmeliyim kendimi.

Cesur bir şovalye gibi kaşları çatık ama şovalyenin ona sadık ve nefes alırken bile kendisine hayran bıraktıran karısı kadar zarif gözükse söylerken.


http://fizy.com/#s/1aimcp

Ne çok şarkı dinledim bugün.
"Bazı insanlara hakkettiklerinden fazla değer veririz" doğru bir klişe. Fakat bunun devamı var: Bazı insanlara da hak ettikleri değeri bir türlü veremeyiz.

Hayatın adaletsiz olduğuna inananlardansanız kendi yaptıklarınızı bir düşünmenizi tavsiye ediyorum. Size basit, sıradan ama doğru ve mantıklı gelen hareketleriniz diğer insanların suratına tokat gibi inmedi mi! Yeterince cezalandırılmadınız bile.

Kimseyi yargılamayın, eleştirmeyin ve hayatın adaletsiz olduğunu düşünmeyin. Devam etmek istiyorsanız.

Senaryo nihayet bitti.
Günün anlam ve önemini John Mayer'den dinlemek üzere kendisini kürsüye davet ediyoruz.

John Mayer "Belief"

Dünyanın en güzel nakaratını yazmamış mı?

21 Ekim 2010 Perşembe

Çok az kaldı bitmesine.

Sigara izmaritleri katil akıllar tarafından katledilmiş düşüncelerdir. Her erkek bir katildir. Ya da şüpheli bir tanık.

16 Ekim 2010 Cumartesi

”Bir kulum işte…” Apichatpong Weerasethakul

2 Ekim 2010 Cumartesi

Amcam Önceki Hayatlarını Hatırlıyor'u bazı insanlar doktor kontrolünde izlemeli. Yoksa film izledik kafamız dağıldı bir film değil bu. Ciddi anlamda kafalarına bir mermi sıkmak isteyebilir o insanlar, film bittikten bir gün sonra. Sıkıysa buna da sinema değil de Can! Sıkıysa de hadi! Senin tarzın olmayana çat yaftayı yapıştırıyorsun ya! Ne zamandır ağlamadığımı dün gece fark ettim. Ayrıca kimse izlememiş galiba filmi ey entellektüel ve sinefil kardeşlerim bloglarınızda tweetlerinizde iki çift laf edin film hakkında! Ağızlarına sıçtıklarım!

30 Eylül 2010 Perşembe

Hoşçakal

5 gün önce 53 yaşındaki bir arkadaşım elinde rakısı bir kafede oturmuş ağlıyordu. Derdi büyüktü. 14 yıllık arkadaşı onu terk etmişti. Hem de ecelin acı bir sürprizi değildi bu. Kadın kanlı canlı hayattaydı. Çok şükür sağlıklıydı. Fakat artık bu adamla görüşmek şöyle dursun sesini bile duymak istemiyordu.
Deniz'in yanına oturduğumda gözyaşlarını sildi bir mendil çıkardı sümkürdü: "Annen bana elveda dedi. Bir mucize yapabilir misin?"

4 gün önce 23 yaşındaki bir arkadaşım beni aradı. Genellikle kısık sesle konuşurdu ne dediğini zor duyardınız ama bu sefer telefonda duyduğum sesi daha çok boğulurken çıkardığı iniltilere benziyordu. Ne diyorsun, anlayamıyorum dedim. Bağırdı: "Ölüyorum Can! Bu duvarlar beni eziyor!" Bir saat sonra zilimi çaldı. Alkolün var mı dedi. Balkonda oturduk şarap içtik. Ağlaması geçtikten sonra anlattı. Üç yıllık sevgilisi Osman Selçuk Çolak'ı başka bir adamla aldatıyordu.

Dün gece 28 yaşındaki bir arkadaşımla Kadıköy'de buluştuk. Birinci biralarımızda güncel konulardan geyikler yaptık. İkinci biramızla beraber senaryolarımızdan sinemaya, edebiyata kadar uzayan bir muhabbete giriş yapmıştık. Yanımıza başka bir arkadaşımız da gelince siyaset ve tarih üçüncü ve dördüncü biralarımıza eşlik edecekti. Konumuz ne olursa olsun keyfimizi katladık. Gecenin sonunda bir kadın muhabbeti açıldı. Eski sevgililerden şimdikilerden bahsederken bulduk kendimizi. Konuyu değiştirmeye fırsat kalmadan yüzümüz düşmüştü bile. Geveze adamlar suspus olmuştu. Üstelemedik. Diğer arkadaşımızla vedalaştık.
Biz bir taksiye atlayıp evlerimize gidecektik. Dışarıda yağmur yağıyordu. Bir bira alalım bakkaldan şurada Rexx Sineması'nın önünde içelim dedi. "Dayanamıyorum" dedi. "Ciğerim ağzıma geliyor. Öyle bir haldeyim ki onun çocuklarını sevmek istiyorum ama sevmemeliyim, ondan ve doğacak çocuklarından nefret etmeliyim" dedi. Omzuma başını koydu ağladı.
Mustafa Cihat Budak'ın lise ikiden beri aşık olduğu kadın başka bir adamla evleniyordu.

Üç arkadaşıma da aynı şeyi söyledim: Bu hayatta bir erkek için en zoru babasının ölümünü kabullenmek, annesini teselli etmek, çocuklarına yemek götürememek falan filan bunlar değil. Bu hayatta en zoru; uğruna bütün bu herşeyi göze aldığın o kadına hoşçakal diyebilmektir. Bir erkek bunu yapabildiğinde erkek olur.
Şöyle bir mesaj geldi doğum günümde:

8,035 gündür
1,148 haftadır
268 aydır
22 yıldır hayattasın.


Sırf bu kadar zaman hayatta kalabildim diye kutlanılacak bir şey göremiyorum. Şu senaryo biter filmi kazasız belasız çekeriz. O zaman patlatırız en güzelinden bir şampanya.

23 Eylül 2010 Perşembe


“She was born in 1898 in a barn. She died on the 37th floor of a skyscraper. She was an astronaut.”
R.I.P. Mrs. Blankenship

75 + 25

Şimdi ben bunu yazıyorum ya bu sefer de içime ben bunu çekebilecek miyim korkusu düşüyor. Korku beni motive ediyor.

18 Eylül 2010 Cumartesi


yazamadığım zamanlar aklıma geliyor.

16 Eylül 2010 Perşembe

Mad Men birinci sezon sekizinci bölüm tam bir sanat eseri olmuş. Bu kadar mı iyi oyunculuk olur bu kadar mı iyi senaryo bu kadar mı iyi çatışma olur. Bir dizi bu kadar mı can kolukısa için yapıldığını hissettirir ona.


emeği geçen herkese platonik aşk besliyorum.

24 Ağustos 2010 Salı

Keşke çalsa şimdi dedim. Dream Tv de Punkart isimli program başlamıştı. Çaldı:

Foals "Spanish Sahara"

14 Ağustos 2010 Cumartesi

4 Ağustos 2010 Çarşamba

acılar yazmalardan daha simlidir
sen, bir ölümden güz yapan mimar!
yılgın, kıraç menevişten çocuklar
derin bir kadınçin halk resimlidir.

Hilmi Yavuz

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Sabah uyandığımda kafam rahattı. Peki neden şimdi kafayı yemek üzereyim? Neden her şeyim zor yoldan oluyor diye düşünüyorum. Klavyemi Can'ın rızası üzerine Kaş dönüşü alayım kararına şu an çok pişmanım. Bir şeyim de zor olmasın, bir şeyim de zor olmasın. Her şeyi iki kere yazabilirim, can sıkıntısına bire bir. Bir şey yapayım ve ne kadar kolay oldu diyeyim. Normalden kolay olsun işte. Unutması kolay olsun. Hatırlaması zor olsun mesela. Hani adaletiyim bakın bir şey isterken bir şey vermeye razıyım. Hayatımda kolay olan birkaç şey olsun yeter ki. Hayatım biraz kolay olsun artık. Haksızlık ediyorum size biliyoruma ama biraz ben isteyeyim artık. Sonra yine size kolay olsun. Ama ben sıramı savmış olayım.
Sabah uyandığımda içim ferahtı. Rüyamda saçımı kestiriyordum. Annemle bir alışveriş merkezi gibi bir yerdeydik. Aniden bir berber dükkanına giriyorduk. İsminin Ahmet olduğunu hernasılsa bildiğim bıyıklı bir adam beni sandalyeye oturttu ve sadece elindeki traş makinasını kullanarak saçımı kesmeye başladı. Neden makas kullanmadığını sorduğumda böyle daha kolay dedi. Bir şey diyemedim. Saçlarımın yanları neredeyse sıfır olmuştu. Ama nasıl olduysa çok beğeniyordum. Anneme Ahmet Abi çok iyi kesiyor dedim aynadan bakarak. O anda annem başka bir isim söyledi, aynadan adamın yaka kartına baktım şimdi ismi aklıma gelmiyor ama adı Ahmet değildi gerçekten. Utandım. Rüyaların biz sıradan insanlar tarafından analiz edilmeye çalışılması, rüyalarda gördüğümüz alegorik işaretlerin somutlaştırılmaya ve onlara gerçek hayatımızdan kulplar takmaya çalışmamız saçmalık diyordu Freud. Rüyada ne gördüyseniz onu görmüşsünüzdür.

Dün gece aç karnına yattığım için midemde bir sancı vardı. Annem kahvaltıyı hazırlamıştı bile, birlikte bir şeyler yedik. Sonra balkona geçtik. O zaman anladım ki içim kadar bugün hava da çok ferah. Bulutlar bana Avrupa'yı hatırlattı. Prag'daki bulutları... Güneş açarsa dedim Eda'yı arayacağım. Güneş açtı. Cemburak çekim iptal olabilir diye mesaj atmıştı ona biraz canım sıkıldı. Kaos'u aradım. 5'e kadar hazır olun benden haber bekleyin dedim. Gözde'yi merak ettim, telefonu hala kapalı.

Sonra Cihat aradı, beni entellektüel hazzını doyurmak için vibratör olarak kullandığını hissettiğim arkadaşım moralimin bozuk olduğunu ne hikmetse anladı. Gözde'den bahsetti, olur bunlar normal dedi, bir şey diyemedim. Bir dolu bir şey daha konuştuk çizgi roman mı yapmalıydı kafasındaki şu dahiyane (gerçekten de öyle) senaryo planını yoksa benim savunduğum gibi düz yazı şeklinde belki kısa hikayelerden mi oluşmalıydı ilk etapta?

Zaten bilgisayarım açıktı Phlip Glass dinleyesim de vardı. Youtube'dan açtım. Inbox'ıma bakayım dedim. İki gündür bir mail bekliyordum. Gelmişti. Kitap-lık Dergisi editörü bana bir mail atmıştı. Şiirim ilgisini çekmiş sağlıklı bir değerlendirme için daha fazla yazımı yollamamı söylüyordu. Amsterdam'da yazmış olduklarımdan bir derleme yaptım hemen; 4 şiir bir öykü (mahli'li olan). Uzun bir kontrol ve düzeltme işleminden sonra yolladım. Şimdi yollayacağı mail hakkında biraz endişeli ve oldukça heyecanlıyım.

Ve şimdi bunları yazdım kafam biraz daha rahatladı. Gidip şu Inception'ı izleyeyim umarım çok iyidir de ben ağlaya ağlaya tam bir arınma nasıl diyor siz salaklar, tam bir katharsis yaşarım. Eksik bir şey kalmaz.

31 Temmuz 2010 Cumartesi


Wheeler Turbo 2000 bisikletimi özledim. Kafama estikçe çıkıp onunla yeni yerler keşfetmeyi özledim. Onunla Amsterdam'a giderken kaybolmayı özledim. Pedallarına var gücümle asılmayı özledim.

20 Temmuz 2010 Salı

Ayrılmak: "Sizi her gördüğünde heyecanlanan o küçük kızın, gün gelince çocuk yüzüne yakışmayan ekşimtrak bir gülümsemeyle, sarı saçlarının güzel günler vaad eden ışımasının tersine, kafasını çevirmesi durumunda kalbinizin, onun yanında daha önce hiç olmadığı kadar (onun bir zamanlar çarpan deli kalbi kadar) hızla göğüs kafesinize kendisini vurması. Bütün arabesk tavırlarınızı ya da entel muhabbetlerinizi, parmaklarınızın ilk defa birbirine değdiği andan sevişmekten yorulduğunuz geceye kadar yaşadığınız her geçmişi unutturana kadar bunu yapmaya devam etmesi. Uzun bir süre devam etmesi. Çok uzun bir süre için devam edecekmiş gibi gözükmesi.
Bütün bu mizansenin tasarısının dahi size oldukça ağır gelmesi, böylesi bir gelecekle başa çıkamayacağınızı düşünmeniz. Her yerde bunu düşünmeniz. En olur olmaz yerde bunu düşünmeniz. Sanki düşünen bir tek siz varmışsınız gibi hareket etmeniz. Yalnız hareket etmek istemeniz. Ciddi anlamda yalnız hissetmeniz... "

diye yazmışım bundan sekiz ay önce.

18 Temmuz 2010 Pazar

Köpekler
Benden fazla ağladılar dün gece.

16 Temmuz 2010 Cuma

En çok bunu özlemişim sanırım; sinirli anneanne.

- Ölse belediye kaldıracak onun ölüsünü.
- Ben buraya bunu astım ki buraya eşeğin sikinin başı gibi giysilerini yığma diye.
- Yüz verdik Ali'ye, Ali sıçtı halıya.
- Kel eşeğinen kervanın önüne seğirtiyor.
- Çeşmede yattı padişahı düşünde gördü.
- Dirisi para etmez ölüsüne paha yetmez.

10 Temmuz 2010 Cumartesi

tamam ya bir daha yapmayacağım.

2 Temmuz 2010 Cuma

ne diyorsun

istemiyorum
diye diye ağlıyorsun.
yüzüne bir çerçeve çiziyor yaşlar
tadına bakıyorum yaşlarımın.
hoşuma gitmiyor çerçevelenmiş tablolar
onları öperek silmek
istiyorum.
ses çıkartmadan, gülerek
göz kapaklarımın arkasındaki iç denizde
boğularak ölmek
istiyorum.
gözlerimi çıkart beni kurtar
istiyorum.
artık bir şiirde iki şahıs
bir zihinde iki şiir olmasın
istiyorum.

26 Haziran 2010 Cumartesi

SENDEN BİR BOK OLMAZ O ZAMAN!

ama kartpostallarda sevişmek filan yazmaz ki sen kesin küfür de ediyorsundur bazı günler. ihi :)
incesinde bir güzellik var. incesinde. benden iyi kartpostal şairi olur. bu sanal not defterimde kendi halimdeyim ya, postal da bende kartlar da. yoksa vücudumuz daha diri.

25 Haziran 2010 Cuma

görmezdene gidip duymazdan gelirken

dünyadaki herkes beş dakikalığına...
sen, yanındaki adam ve kucaklaşan elleriniz
ayrılsın ve kapansın tüm ışıklar
biraz cesaret vermek için
-gülümse bana sinsi bir anda
seni beş yıl daha bekleyeyim.


dünyadaki herkes beş dakikalığına...
ben, yanımdaki kızcağız ve
birbirine küsmüş ellerimiz...
teesüf etmişsiniz.
gerçeği hatırlatmak için hepiniz el birliği etmişsiniz.
-gülümse bana sinsi bir rüyanda,
beş saat sevişmiş gibi terleyeyim.


dünyadaki herkes beş dakikalığına konuşmazsa
bağırabilirim seni sevdiğimi.
fısıldayabilirim ya da seni de korkutmamak için
ihtiyaç duyulmayan ama işe yarayan tüm ampüller birleşsin.
senin için hepsini patlatabilirim.
-gülümse bana en istediğin anda.
seni beş dakikada unutabileyim.

5 Haziran 2010 Cumartesi

Arenciler için...

Piano Piano

mutfaktaki karıncalar ellerini kemirirken
onun askısı düşmüş omuzundan
ve yüzünden bir gülücük çalmış
bekliyorsun.

sanıyorsun ki Uludağ'ın zirvesindesin.
aylardan Temmuz ve tetiktesin.
sıcak karlar düşüyor yüzüne,
utanmışsın.

sanıyorsun ki bir duello meydanındasın
vurulan diğerini öpecek,
öpülen sevgilim diye ağlayacak,
diğeri ölmedin ki diye sevinecek.

sanıyorsun ki bir vapurdasın,
on beş dakikalık uykular da
yetebilir yorgun insana.
aslında uzun zamandır
sevgilinin yanındasın.
çocuklar kadar heyecanlısın.
uyuyorsun.

1 Haziran 2010 Salı

kendi kendini pataklama sanatı

Kimseyi zorlama.
Ense kökümden inen ter damlası
En sevdiğin benin üzerinde
Durdu, hissediyorum.
Kaşınıyor.
Biri bu çocuğu pataklamalı
Ama kimseyi zorlama.
Durdu, hissediyorum.
Sessiz kalma, korkuyorum.
Böyle bir anda içimden geçiriyorum;
Neden aynı şeyi düşünmüyoruz?
Bağırdım artık;
Sessiz kalma, korkuyorum!
Ama kimseyi zorlama.
Kalbim, beynim ve yağmur
Aynı zamanda
Durdu, hissediyorum.
Böyle bir anda içimden geçiriyorum;
Soğuk bir bardak su
Kırmızı çilekler
Güzel bir çift söz
Ama kimseyi zorlama!

30 Mayıs 2010 Pazar

hiç rüya görmeyiniz.
ben yanınızdaylen gerçekleri yaşarsınız.
gerçekler maceraperestlere göredir.
ben tarzan siz ince bacaklı bir jane'siniz.
bacaklarınız her an kırılabilir.

19 Mayıs 2010 Çarşamba

çok ama çok aç karnına. can kolukısa'nın aç hali çok leş olur zaten. can kolukısa'nın açlığında.
GreenHouse'dan aldığınız super lemon haze ile slim bir joint yapın. bir porsiyon.

Onu içerken sıcacık bir big mac'in burnunuzdan girmekte olan kokusuyla beraber lezzetini de alacaksınız. joint bittiğinde karnınız doyacak.

öyle uykuya daldınız mı zaten. sabaha kadar açmazsınız gözünüzü. sabah da albert hein da elinizde bir sandaviç, çakarsınız erzağı dolsurursunuz arabayı. yüklenirsiniz bayağı. bir daha da o kadar aç kalmazsınız zaten. kimseyi açlıkla terbiye etme kurban olduğum yüce rabbim.

İnsanlar bana mektup yazıp, yolluyorlar.

Bu aralar Rilke okuyorum. Çok sevdim Rilke okuması yapmayı. Edebiyat okusaydım Rilke üzerine çalışmak isterdim. Başka alanlarla - özellikle felsefeyle- bağlantılar kurulabilecek bir isim. Herkes okuyamaz ama Rilke'yi. Kişinin onu okuması için "görmeyi istemesi" gerekiyor. Rilke de böyle adım atıyor zaten. Görmeyi öğrenerek. Şimdi sana yazacağım cümleleri okurken hep seni düşündüm, yaşanılanlar seni hatırlattı bana. Paylaşmak istedim. Belki iyi olur. Neye mi iyi olur? Bilmem, bize sanırım.

"Görmeyi öğreniyorum. Bilmem neden, her şey içimde daha derinlere işliyor, her zamankinden daha derinlere. Bir iç dünyam varmış da bilmezmişim. Her şey şimdi oraya gidiyor. Orda neler olup bittiğini bilmiyorum.

Bugün bir mektup yazdım, yazarken, buraya geleli ancak üç hafta oldu,diye düşündüm. Başka bir yerde, diyelim kırda köyde üç hafta bir gün gibi geçerdi, oysa yıllardır buradayım sanki. Mektup da yazmayacağım artık. Başkasına değiştiğimi söyleyeceğim de ne olacak ki? Değişiyorum, eski halimde kalmıyorum demektir; eski ben olmaktan çıkınca da belli ki tanıyanlar kalmamıştır beni. Yabancılara, beni tanımayanlara hiç yazabilir miyim?"

RILKE, R. M. Malte Laurıds Brıgge'nin Notları, ( Çev. Behçet Necatigil), İstanbul: Can Yayınları, 2007.

Biz de mi artık birbirimizi tanıyamaz olduk? Ya da zaten en baştan beri tanıyamadık mı? Bir yabancı olduk? Düşünüyorum.

Gözde.

insanlara mektup yazıp, duruyorum.

mektup 1: keşke zorunda olsaydım. keşke bazı şeyleri yapma zorunluluğu hissetseydim. yaparsam iyi olacak olan şeyleri yapamıyorum.

bütün samimiyetimle söylüyorum... ben sana layık bir arkadaş olamayacağım hiçbir zaman. ben zaten birisinin arkadaşım diyeceği son kişi olmalıyım bir de sen bunu söyleyenler arasında kesinlikle olmamalısın bence. seni ileriki günlerde yine kıracağım, yine düşüncesizlik yapacağım. yine kritik bir an gelecek ve ben ihtiyacın olduğunda seni yüzüstü bırakacağım. yine saçmalayacağım. gelecekte belki senin bana olan sevgin çok büyükse şayet beni silemezsin belki ama beni hep sevgini, enerjini, zamanını heba ettiğin bir can olarak hatırlayacaksın. bunu bilmeyenlere bilenler anlatabilir.

bundan sonra soğuk davran bana artık sana dikket et kendine diye mesaj atacak kadar yakın hissetmemeliyim. bunu ben yapamıyorum ama sen yaparsan olur.

belki benim kafamda büyüttüğümün yüzde 20 si kadar umrundayım. ama umursadığın hiçbir şeyin seni üzmesine izin vermemeliyim.

o yüzden yine saçmaladım.

18 Mayıs 2010 Salı

20 nisan 2010'dan beri değişen hiçbir şey yok.

ha unutacaktım bak. bong aldım yahu!

20 Nisan 2010 Salı

bad trip

İnsan yaşlandıkça en kolay öğrendiği daha çok pekiştirdiği usta olduğu bir şey haline geliyor başarısızlık.

Hiçbir konuda başarılı olamadığımı görmem çok zor olmadı. Bir anda fark ettim işte. Uyuyordum dün gece, uyandım. Ayağa kalktım ve farkına vardım.

Sonra uyumaya devam ettim.

Siz su içmeye kalkmıştınız ben farkında olmaya. Sizden daha önce yataktaydım üstelik sizden daha öne uykuya dalmıştım.

Neyse Massive Attack harika bir albüm yapmış. Her şarkının ayrı bir kafası var. Şu an Psyche isimli şarkısındayım, dörtdüncü repeatim. Neyse otu sigarasız içmeye başladım. Amsetrdam havasının zehirli tarafını içime çekmekte üstüme yok gibi artık. Ama sigarasız otun tadı çok ayrı prezervatifsiz sevişmek gibi.

Gerçi az önce komik bir şey oldu. Bardağın dolu tarafını göremiyor muyum diye sordum kendime. Cevabım şöyle oldu.

Bardağın dolu tarafı: Arkadaşlarımın benden nefret etmesini sağlamakta üstüme yok! Annemi üzmekte üstüme yok. Sorumluluktan kaçmakta üstüme yok. Aldığı sorumluluğu yerine getirememekte üstüme yok. En güzel geceleri berbat etmekte üstüme yok. Sabahlara lanet etmekte üstüme yok. Bilirken cahil gözükmekte üstüme yok. Yapabilecekken yapmamakta ısrar etmekte üstüme yok.

Hiç bir şey yok bitti gitti hadi.

Çok mutsuzum blog. birikikinsaninsarkisi çok mutsuzum.

Ama hadi bu mutsuzluk pat diye geçer de her konuda başarısız olduğuma canı gönülden inanıyorum. ayık kafayla bile yani.

Şunu şu kafamla izleyip mutlu olmalıyım belki:

http://www.youtube.com/watch?v=PU4K9ddxhIU

19 Nisan 2010 Pazartesi

iki farklı mekan iki başarısız şiir.

Bencil

(tek isteğim şey; beni ısıtman)
açık balkon kapısından yatağımıza süzülen
(en son istediğim şey; kapının çarpması)
şu serin yaz esintisi üşütmese bacaklarımı,
(en son istediğim şey; karnımın ağrıması)
uykunu bölmek pahasına
(en son istediğim şey; uyanman)
seni kendime çevirip
(en son istediğim şey; uyumaya devam etmen)
bacaklarının arasına sokar mıydım bacaklarımı?
(en son istediğim şey; tekrar sırtını dönmen)

bana sırtını dönmek istedin.
eğer üşümeseydim dönmene izin verir,
bacaklarımı yatağın soğuk kısımlarına doğru kaydırır
ve kürek kemiklerinin arasından öperdim.
sabaha kadar uyandıramazdı bizi rüzgar estikçe önüne koyduğumuz mumluğa çarpan balkon kapısı
ya da karın ağrısı.

yağmur mu başladı?
(en son istediğim şey; yağmurun başlamasıydı)



Ağustos 2008 ( Validebağ)


Üçüncü

Üç çizgi çek biri kalbine dokunsun.
Üç kelime söyle ezberimde kalsın hep.

Üç kere aşık oldum ben her
Üç bin defa öldüm dediğimde.
Üçümüz ben sen ve biz
Üç günlük bir tatil dönüşündeyiz.
Üç parmağınla dokunduğun
Üç sayfa sonra
Üç kişinin üçüncüsü
Üçüncü hangisi demeye kalmadan
Üç günlük yoldan gelmiş kadar yorgun olanı
Üç kere vurulacak.
Üç hakkın üçü de
Üçüncülük için savaşır
Ölüm en sıradan üçüncü için.
Tek allahın hakkı için...

Üç çizgi çek biri kalbine dokunsun.
Üç kelime söyle ezberimde kalsın hep.

Parmaklarını ve dudaklarını hasretle anıyorum.
Dün, bugün ve artık diyebiliriz ki yarındır
Belki Üç, üç buçuk gündür
Bizi, seni ve kendimi öldürmeyi planlıyorum.


Nisan 2010 (Rotterdam-Amsterdam Treni)



31 Mart 2010 Çarşamba

artık bir yerlere gidilmeli...

YALNIZCA PARMAKLARINI MI OYNATACAKSIN


Mendili olan bir adam dilediği gibi değilse de kımıldayabilir
Belki el açıp dua edemez Tanrı’ya
Ama burnunu silebilir
Gözlerim, sağ elimin serçeparmağı, cebimdeki liralar eşlik etsin bana
Yanımda olsunlar -bir bilet alacağım
Bir bilet almış adam izlenimi bırakmalıyım ardımda
Güneşin alınkabağında böyle bir iz
Gözlerim boşta gezip durmasın artık ve
Ve bitişsin serçeparmağım diğerlerine
Para tamam fakat tutmak kolay değil
Olmak kolay değil gözlersiz
Bir mendil yeter de artar bile hınkırmak için
Lirasız, serçeparmaksız, gözlersiz alınmaz bilet
Cesaret ya da korku, ya da sevgi, ya da nefret
Duygu bana Tanrım sözcükler arasından bir bilet için

Mehmet Erte.

Bu adamın kitabı da Gözde'y yollayacağım sipariş listesinde.

26 Mart 2010 Cuma

"Bugün Victoria'nın İspanya'dan arkadaşları geliyor olum onlarla tanışacağız akşama Paradiso'dayız."

Ben niye bu kadar hevesli olamıyorum acaba sizin kadar? Hayır bir neden bulsam içim o kadar rahat edecek ki.

24 Mart 2010 Çarşamba

Bazıları da buna

Ucu sivri bir ok değildi sessizliği deşip geçen, yaralanmadım ama Moğol atlılarının düşmanı korkutmak için attığı ıslık çalan oklar kadar etkiliydi "Sen sırtımdaki o beni nereden biliyorsun?" diye sormuştu bir anda. Düşünmeden cevap verseydim şöyle söylerdim: Seninle o kadar çok seviştik ki, benim onu bildiğimden çok senin benin beni daha iyi bilir.
Ama gerçeği söyledim: "Elif söyledi." dedim. "Bir keresinde askılı bir bluz giymişsin çamlıkta otururken sırtındaki beni görüp çığlık atmış çünkü onu bir böceğe benzetmiş."
Gerçekleri duyduğumuz zaman verdiğimiz tepkiler de gerçektir, olması gerektiği gibidir, karşındakinin aklından geçen herhangi bir ihtimaldir. Bu yüzden, gamzelerinin puslu bir gülüşün ardında kaybolacağını biliyordum. Hüzünle seyrediyorum. Şimdilik arkadaşına duyduğu nefreti gizlemekle meşgul.
Ona gerçeği söyleseydim, yani rüyalarımdam bahsetseydim olmazdı. Yalan söylediğimiz zaman onun hiç tahmin etmediğimiz sonuçlarına da katlanmak zorunda kalırız. Tek istediğim biraz daha yanımda oturmasıydı. Ben de gerçeği söyledim. Başka bir konu açmaya karar verdi galiba, kendimi hazırlıyorum. Gamzeleri tekrar belirginleşmeye başladı, sevgilimin keyfi yerine geliyor.

"Neden bana o kadar dikkatli bakıyorsun?" Bir kadın size bunu aynen bu şekilde soruyorsa sizin dikkatinizden şikayetçi demek değil, onun dikkatini henüz çekebilmiş değilsiniz demektir. Bu henüz dikkati çekememe hali yıllarca sürebilir ve henüz kardeşi hiçbir zamandan çokça borç alabilir. Ne de olsa kardeşler. Neyse, algınlanlık yapılmamalı verilebilecek en düzgün cevap düşünülmelidir.
Tabi ki yine gerçek olanı seçtim. Yoksa ona "Kusura bakma farkında değildim." yerine "sana gözümü kırpmadan dakikalarca bakıp kör olmak istiyorum" diye cevap verirdim. Ne de olsa kör olmak istemiyorum.
Sigarası bitmeye yakın ayağa kalktı. İncecik parmaklarında tuttuğu izmariti nasırlı parmaklarını gererek, ellerini organik bir mancınık yapan tır şöförleri gibi sokağın ortasına fırlattı.
Kem küm bir şey dedi. Söylediklerini sadece ayakkabısının yanından geçen karınca duymuştu.

Gerçekleri söylemek cesaret ister. Gerçekler gerçek maceraperestlere göre bir iştir. Ama yalanlar, kasları steroid iğnesiyle şişirilmiş korkak aktörler içindir. Onun sigarasını bitirdikten sonra gideceğini en başından beri biliyordum, söylemek istediğim yalanı söyleseydim kendimi hiç affetmeyecektim. Ona "güle güle" demek yerine; "beni ağlattın. dilerim sen de hiç gülmeyesin" diye bağırdım.

Bazıları buna bile bile yenilmek diyor. Anlam veremiyorum.


İlk etapta kuşkuyla yaklaşılan makalelerin doğrulunu test etmek için oluşturulan bilim kurulları geçtiğimiz günlerde Perelman'ı destekler nitelikte açıklamalarda bulundu. Çoğu bilim insanı sadece matematik alanında değil, düşünce tarihinde yeni bir sayfa açıldığında hemfikir. Elde edilen bilgiler ışığında bilgisayar teknolojilerinde olduğu kadar bilimin hemen her alanında büyük değişimler bekleniyor. Üç yıldır Perelman'ın makaleleri üzerinde çalışan Yale Üniversitesi'nden Bruce Kleiner, değil önümüzdeki 100 yılda, belki de hiçbir zaman çözüleceğine inanmadıkları bir problemin çözüldüğünü söylüyor.

Rus bilimadamının, 2002'de tüm dünyayı şaşkına çeviren Poincaré varsayımına çözüm olarak sunduğu makaleler çok ağır bir matematik diliyle yazılmıştı ve bilimsel bir makaleden çok karalamayı andırıyorlardı. Uzmanların anlamakta güçlük çektiği dokümanların gelmiş geçmiş en büyük matematik problemlerinden birinin çözümünü içerdiğine artık kesin gözüyle bakılıyor. Yazdıklarıyla ilgili detayları açıkladığı ABD'deki konferanslarından sonra 2003'te ülkesine dönen Perelman o tarihten beri e-posta ve telefonlara yanıt vermiyor. Steklov Enstitüsü'nden de ayrıldığı söylenen Grisha'nın ne yaptığı merak konusu.

Grisha adıyla da anılan Grigori Perelman, 1966 St. Petersburg doğumlu. 1982'de henüz bir lise öğrencisiyken Madrid'deki Matematik Olimpiyatları'nda en yüksek skorla altın madalya aldı. Perelman, 90'lı yıllarda araştırma bursuyla ABD'deki üniversitelerde bulundu.

O dönemki arkadaşları tarafından "Sanki bu dünyadan değil gibiydi" diye tanımlanan Grisha, uzun saç ve tırnaklarıyla Rasputin'e benzetilmiş. Dahi matematikçinin en büyük zevkinin St. Petersburg yakınlarındaki ormanlık alanda mantar aramak olduğu söyleniyor



23 Mart 2010 Salı

Erkek ya da kadın fark etmez. Yalnızlığımı daha çok kadınlarla paylaşıyorsam tamamiyle öyle denk gelmiştir. Zaten kadınların benim yalnızlığımı paylaşma hevesleri erkeklerinkinden çok daha fazla. Benim de her birine ön yargıyla yaklaştığım erkekleri keşfetme isteğim kadınlarla olan konuşma isteğimle kıyaslanamayacak kadar az. Yani içgüdüsel ve psikolojik nedenlerden dolayı kadınlarla arkadaşlık yapabiliyorum genellikle, bu normal. Ama işin ilginç yanı: Herhangi birinin bira şişesini paylaşmakta yatıyor. Erkek ya da kadın fark etmez.

İlk zamanlar homofobik olduğumu düşünürdüm sonra bazı kadınların şişelerinden de içmediğimi gördüm. Sonrasında ise sadece öpmek isteyeceğim kadınların şişesinden içiyorum dedim. Bu önermemi de çok geçmeden çürüttüm. Neden ki karşımdaki görmek istediğim türden bir güzellikse, kusur bulmak da o kadar kolay oluyordu.

Neyse, yeni önermem şu ki: Birisinin bardağını şişesini filan paylaşmama durumum tek bir şeyle alakalı: Sevgi. Sevdiğim zaman iğrenç gözükmüyor. Erkek de olsa kadın da olsa çirkin de olsa dudakları yara bere içinde de olsa. Hiç fark etmiyor. Yeterince seviyorsam birisini bardağından içebiliyorum. O insanla herhangi bir şey paylaşmak bütün gereksiz adetlerimi gerçekten gereksiz kılıyor.

Bu bana trajik geliyor açıkcsı. Varlığını yalanladığım bir olgunun var olduğunu bu gereksiz adetim sayesinde keşfedeceğim neredeyse.

Belki de çok keşfedesim var bahane arıyorumdur.

5 Mart 2010 Cuma

Uzakta olmak iyi geldi.

Bugün sana göndereceğim şeyleri aldım. Hatta onları paketlettim. Aslında söylemek değildi niyetim ama dayanamayacağım galiba. Geçen gün twitter'a dekaloglar bitti diye yazmıştın. Bugün de kitapçıda dolanırken ne göreyim Zizek'in bir kitabı ismi de "Kieslowski ya da maddeci teoloji" hemen aldım bende. Bu kitabın seni smiley yapacağını düşünüyorum. Bu aralar izlediğin şeylerle ilgili olması açısından. Bilmem ben sevindim galiba sana böyle bir şey aldığım için. Her şey hazır, haftaya kahveni yumumlarken okursun.

Öpüyorum,
Gözde

2 Mart 2010 Salı

Gözde Çakır'dan bir mail

Her bir kişi kendi usu ile varolduğundan, usuna egemen olup olmamasına göre "kendine egemen", "kendine egemen değil" diye adlandırılır. Öyle görünüyor ki, özellikle isteyerek ve aklın katıldığı eylemlerde bulunmakla biz eylemde bulunmuş oluruz. Demek her bir kişiyi o kişi yapan ustur, ya da en çok odur, bu açık.Doğru kişi en çok usu sever, bu da açık. Bunun için o yerilenlerden farklı biçimde "bencil" olsa gerek: Akla uygun yaşamak tutkuya göre yaşamaktan; güzele iştah duymak yararlı görünene iştah duymaktan ne denli farklı ise o denli farlı biçimde. İmdi özelllikle güzel eylemler için çalışanları herkes över.Erdem böyle ise herkes güzel için yarışınca, en güzel şeyleri yapmaya eğilimli olunca, hem kamuya gerekli olan her şey hem de her bir kişiye özgü en önemli iyiler varolabilir. Dolayısıyla iyi kişinin bencil olması gerekir.

Aristoteles. Nikomakhos'a Etik, Dokuzuncu kitap, ( çev. S. Babür), say. 186-187.

ben dagny ve readen'la özdeleştirdim bu okuduklarımı bakalım sana da aynı çağrışımı yapacak mı?

Teklifim yarın bunu seninle konuşmak.


güzel uyu.

17 Şubat 2010 Çarşamba

İlham ve Güzel Bir Kadın

Nerden buluyorlar bu akılları?
Nereye saklıyorlar bulduktan sonra?
Bize neden söylemiyorlar?
Nereye gidiyorlar bize sormadan?

Kuşlar,
Uçarak kaçıyorlar.
Ben koşamıyorum.

Mahli


Mahli lakablı şairin yazdığı son şiir buydu ve şiirin sonundaki nokta koyulalı beş dakika bile olmamıştı ki birisiyle konuşmaya başladı.

Yakışmaz arkadaşım sana. Senin yakıştırdıkların da bana yakışmaz. Bir daha hiç görüşmeyelim diyorum ve bunu peşinen söylüyorum, bak. Neden ki sen duygusal bir çocuksun. Söylediklerimden aşırı anlamlar çıkarabilir, ikimizi de üzebilirsin. Her şey çok basit ve uygulanabilir aslında. Bilmiyorum vicdansızlık mı bunun adı? Seni öylece bırakıp, gitmek... Ama öylece değilsin ki. Herşeyin benden fazla, her şeyin. Seni bırakan ben olduğum için kötü adledilen ben olmamalıyım. Beni çoktan bırakmalıydın. Hatta, madem açık konuşuyoruz, şu zamana kadar beni terk etmemiş olmanı senin sinsi planlarından birisi olduğunu düşünüyorum. Bir zamanın geleceğini ve o zamanda benim artık ölmem gerektiğimi farkına varacağımı biliyordun. Yani, beni öldürüp elini kana bulamaktansa benim kendimin cellatı olacağım günü bekledin. O gün bugün. Artık hareket etmeliyim. 



Telefon çaldı. Tiz bir ton, sık tekrarlı bir melodi... Olabildiğince minimal. Bu, Mahli'nin yaşadığı günün fon müziği olabilir. Gerçi, birazdan yeşil rekli telefon imgesinin üzerine baş parmağıyla basmaya karar verdiği an, müzik susacak ve bu güne hiç yakışmayacak olaylar vuku bulacak. Konuşma bittikten sonra yarısına kadar içtiği sigarasını söndürdü (onun için ne kadar değerli olduğunu bilemezdiniz). Mahli'nin öncelikleri kısa bir telefon konuşmasıyla değişti. Gidip yüzünü yıkadı. Odasını toparlamalı...
Bu sırada bir kadın Atatürk Havalimanın'da dış hatlar bekleme salonunda oturmuş, bir kitap okuyordu. Onun beklediği uçağı, yani 1960 sefer sayılı Amsterdam uçağını bekleyen altmış üç kişi vardı, bu sayının otuz'unu yirmi yaşını geçmiş kadınlar oluşturuyordu ve o kitap okuyan kadın diğer hepsinin güzelliğine eşit güzellikteydi. Mahli, işte bu kadını bekliyordu.

Şimdi bisikletimin pedallarına var gücümle asılmanın zamanı arkadaşım, Seni dinlemek istemiyorum. Hayır, Senden özür de dilemeyeceğim çünkü sabah söylediklerimde ısrarlıyım. Sen sinsisin ve benim hiç bir zaman iyiliğimi istemedin. Sen bencilsin, bedenimi hayal ettiğin bedene evirmek için elinden geleni yapmakta kararlısın. Bana derdini anlatmanı istemiyorum. Senin bir derdin olamaz. Tuvaleti yeterince temiz bıraktık mı sence sen onu söyle. Ne? Bulaşıkları yıkamadık mı? Neden hatırlatmadın peki, şimdi mi söylenir! Seninle konuşmamaya gerçekten kararlıyım artık, Sus. Cümle mi dedin, şimdi mi? Peki tamam neymiş aklındakiler?


Mahli, bisikletiyle hız yaparken aklına şu mısralar geliyor. Akşam, güzel bir kadınla eski ve ortası çökmüş bir yatakta uyurken, aniden uyanacak. Masasını üç ay önceki bir cinnet anında kırdığı için kağıdını duvara dayayacak ve biraz aradıktan sonra bulaşıkların içinde bulduğu tükenmez kalemle aklına gelen o mısraları yazacak. Bu şiir, eski ismiyle Mahli olarak bilinen Can Kolukısa'nın altına kendi ismini yazacağı ilk şiir olacak.

Burnuna tutundum ve çektim kendimi.
Bir kuş kadar hafiftim ve beni kolayca kaldırabildi.
Kaçmayı düşünen, duyularını kaybetmiş insansı varlık,
Unutuyor şiltelerin kokusunu ve
Sevdiği kadının göz rengini.

Kuşlar uçarak kaçışıyorlar.
Ben, sevgilimin yanında uyuyorum.



Can Kolukısa /17 Şubat, Amsterdam (*)






*Hala şiir yazamıyorum!

10 Ocak 2010 Pazar

beni terk mi ettin?

http://apartoparhulusi.tumblr.com/