evde otururken ulan boşa harcadık yine geçti gitti dediğim zaman, stajım süresince çok yavaş ilerlemeye karar verdi.
klibimi izleyen prodüksiyon şefinin peşine takılsam...
cesareti nereden bulmalı?
30 Haziran 2009 Salı
27 Haziran 2009 Cumartesi
Diyarı aşka sultanam dila men de zamanılda
Vezirimdir gam u gussa oturmuş iki yanımda
Men ol şahbaz-ı kühsarem başeğmem gülle-i Kare
Nice anka kimi yavru uçurdum aşiyanımda
"İsmail" dedi, getiriyor musun klavyeni?
Zırhımın arka kısmı zayıf, arkamda savaşacak iyi bir kılıç ustasına ihtiyacım vardı.
Buldum mu? Yakın zamanda, bir cenk talim edip öğreneceğiz.
Vezirimdir gam u gussa oturmuş iki yanımda
Men ol şahbaz-ı kühsarem başeğmem gülle-i Kare
Nice anka kimi yavru uçurdum aşiyanımda
"İsmail" dedi, getiriyor musun klavyeni?
Zırhımın arka kısmı zayıf, arkamda savaşacak iyi bir kılıç ustasına ihtiyacım vardı.
Buldum mu? Yakın zamanda, bir cenk talim edip öğreneceğiz.
1996'lar bitmesin!
Bu sabah uyandığımda aklımda bir tarih vardı:
1996.
Ne tuhaf bir yıldı dedim kendi kendime. Kırılma noktası.
Annmle hastaneye giderken de o yıl geldi aklıma, yanımdaki kadına baktım, neler olmuştu başka hatırlamaya çalıştım. Hafızam ne kadar kuvvetli.
Az önce ulusozlukte sol frame de 1996 isimli bir başlığı gördüm. Bugün birisinin daha aklına gelmiş 1996.
Ama diyorum ya alegorik cümleler değil benimkiler. Sozlukte aklımdakileri direkt yazsam çok biçimsiz duruyor. Herkesin ikincil anlamlarıyla kurduğu cümleler yanında ben de... Şu an, dün stajda okuduğum kitap geldi aklıma "buy.ology". Kitapta bahsedilen beyindeki ayna nöronları... Uzun zamandır sozluğe yazacak bir şeyler bulamamın nedeni onlar. Farklı şeyler yapmak istiyorum.
1996.
Ne tuhaf bir yıldı dedim kendi kendime. Kırılma noktası.
Annmle hastaneye giderken de o yıl geldi aklıma, yanımdaki kadına baktım, neler olmuştu başka hatırlamaya çalıştım. Hafızam ne kadar kuvvetli.
Az önce ulusozlukte sol frame de 1996 isimli bir başlığı gördüm. Bugün birisinin daha aklına gelmiş 1996.
Ama diyorum ya alegorik cümleler değil benimkiler. Sozlukte aklımdakileri direkt yazsam çok biçimsiz duruyor. Herkesin ikincil anlamlarıyla kurduğu cümleler yanında ben de... Şu an, dün stajda okuduğum kitap geldi aklıma "buy.ology". Kitapta bahsedilen beyindeki ayna nöronları... Uzun zamandır sozluğe yazacak bir şeyler bulamamın nedeni onlar. Farklı şeyler yapmak istiyorum.
18 Haziran 2009 Perşembe
ışığın savaşçısı sevgiye ihtiyaç duyar.
sevgi ve şefkat de tıpkı yemek, içmek ve hayırlı kavgadan tat almak kadar onun doğasının bir parçasıdır. savaçı güneşin batışını izlerken neşelenmiyorsa yanlış giden bir şeyler var demektir.
bu noktada mücadeleyi bırakır ve batan güneşle birlikte seyredebileceği insanlar arar.
birilerini bulmakta güçlük çekerse kendine şunu sorar: insanlara yaklaşmaktan çok mu korkuyordum? biri bana sevgisini gösterdi de ben mi fark etmedim?
ışığın savaşçısı yalnızlıktan yararlanır, ama yalnızlığın kendisinden yararlanmasına izin vermez.
ve uzak ülkelerden birinde yazılmış cümleler can kolukısa'yı tanımlamaya umarsızca devam ederler.
ışığın savaşçısı için imkansız sevgi diye bir şey yoktur.
ne sessizlik ne de ilgisizlik ya da reddedilme onun gözünü korkutur. insanların yüzündeki ifadesiz maskenin gerisinde sıcacık bir yüreğin bulunduğunu bilir.
işte bu yüzden savaşçı başka insanlardan daha fazla riske atılır. Sık sık "hayır" sözcüğü ile karşılaşacağını bilse de evine yenilmiş, bedeniyle veruhuyla reddedilmiş olarak dönecek olsa da sürekli olarak birinin sevgisini arar o.
bir savaşçı ihtiyacı olan şeyi ararken asla korkuya baş eğmez.
sevgisiz bir hiçtir o.
sevgi ve şefkat de tıpkı yemek, içmek ve hayırlı kavgadan tat almak kadar onun doğasının bir parçasıdır. savaçı güneşin batışını izlerken neşelenmiyorsa yanlış giden bir şeyler var demektir.
bu noktada mücadeleyi bırakır ve batan güneşle birlikte seyredebileceği insanlar arar.
birilerini bulmakta güçlük çekerse kendine şunu sorar: insanlara yaklaşmaktan çok mu korkuyordum? biri bana sevgisini gösterdi de ben mi fark etmedim?
ışığın savaşçısı yalnızlıktan yararlanır, ama yalnızlığın kendisinden yararlanmasına izin vermez.
ve uzak ülkelerden birinde yazılmış cümleler can kolukısa'yı tanımlamaya umarsızca devam ederler.
ışığın savaşçısı için imkansız sevgi diye bir şey yoktur.
ne sessizlik ne de ilgisizlik ya da reddedilme onun gözünü korkutur. insanların yüzündeki ifadesiz maskenin gerisinde sıcacık bir yüreğin bulunduğunu bilir.
işte bu yüzden savaşçı başka insanlardan daha fazla riske atılır. Sık sık "hayır" sözcüğü ile karşılaşacağını bilse de evine yenilmiş, bedeniyle veruhuyla reddedilmiş olarak dönecek olsa da sürekli olarak birinin sevgisini arar o.
bir savaşçı ihtiyacı olan şeyi ararken asla korkuya baş eğmez.
sevgisiz bir hiçtir o.
16 Haziran 2009 Salı
13 Haziran 2009 Cumartesi
χαρακτήρας
neden yalnız başıma olamıyorum? Bu blogun adresini birkaç kişi neden biliyorsa işte o yüzden yalnız olamıyorum. iki sorunun tek bir cevabı var sanırım.
örneğin, kıvılcım gibi gidip masal evine oturamıyorum. kendime anlatıp kendimi dinleyemiyorum. neden? Burcu, yalnız başına interrail yapıyor. ben neden birilerini bekliyorum ve süreki bu işi erteliyorum?
muslukçu ile nasıl ki bir şeyleri kendime kanıtlama mücadelesini başlattıysam, bir gece yalnız başıma taksime gidip içiyor olduğumda bu mücadelemi sona erdirmiş olacağım. detaydan başladığım ve bütüne doğru, Can'a doğru giden, uzun sürecek zorlu bir uğraş benimkisi.
sevgilimi kıskanmadığımı söylüyorum, yüzüne karşı söylüyorum bunu. Ona söylediğim yalanlardan birisi. Neden ki, o ve onun gibi güçlü kadınları çok kıskanıyorum aslında ve belki de onlara duyduğum hayranlık yüzünden onlarla gerçek bir ilişki kuramıyor ve yalnızlığımı yüceltmeye devam ediyorum. Annemden, yarın tanışacağım ve henüz ismini bilmediğim kadına kadar çatışma devam ediyor olacak.
örneğin, kıvılcım gibi gidip masal evine oturamıyorum. kendime anlatıp kendimi dinleyemiyorum. neden? Burcu, yalnız başına interrail yapıyor. ben neden birilerini bekliyorum ve süreki bu işi erteliyorum?
muslukçu ile nasıl ki bir şeyleri kendime kanıtlama mücadelesini başlattıysam, bir gece yalnız başıma taksime gidip içiyor olduğumda bu mücadelemi sona erdirmiş olacağım. detaydan başladığım ve bütüne doğru, Can'a doğru giden, uzun sürecek zorlu bir uğraş benimkisi.
sevgilimi kıskanmadığımı söylüyorum, yüzüne karşı söylüyorum bunu. Ona söylediğim yalanlardan birisi. Neden ki, o ve onun gibi güçlü kadınları çok kıskanıyorum aslında ve belki de onlara duyduğum hayranlık yüzünden onlarla gerçek bir ilişki kuramıyor ve yalnızlığımı yüceltmeye devam ediyorum. Annemden, yarın tanışacağım ve henüz ismini bilmediğim kadına kadar çatışma devam ediyor olacak.
Geçen sene Burcu'nun kuzeni öldüğünde cenazesine gitmiştik sınıfça. Gencecik çocuk ölmüş herkes ağlıyor, tabii. Annesinin halini gördüğümde benim de gözlerim dolmuştu. İpek Seda filan verdiler ağıtı zaten. Cenazenin ortasında onlara dönüp şöyle demiştim; "arkadaşlar, Tolga, cenazesine bütün arkadaşları gelsin ve hatta arkasından ağlansın isterdi ama bu kadarını isterdi. daha fazlası onu üzer, hadi gidip içelim. " Burcu gülmüştü, onun kızarık suratını gülümsettiğime nasıl da memnun olmuştum.
Mezarlıktan çıkarken sürekli kavga ettiğim huysuz seda kulağıma "çok güçlü bir adamsın sen" demişti. Hiç bir şey dememiştim, bu cümleyi duymaya alışkındım.
Halbuki ona şunu demeliymişim;
"şimdi ben siz olmadan da gidip bir bara yalnız başıma içebilseydim işte o zaman güçlü bir adam olacaktım. Hayır Sedacım, ben sandığım kadar güçlü değilim."
İnsanlar gücü yanlış biliyorlar. en azından sözlükteki tanımı bana uymuyor.
önümüzdeki on dakika boyunca nofrostta patlamak üzere olan biramı açıp tarihin arka odasını izlerken,
arkamda bıraktığım on dakika boyunca neler olduysa, gelecekteki her on dakikada da aynı olaylar yaşanacak ve hayatım, ben güçlü bir karakere sahip olamadan, olayların akışına müdehale edemeden, altar egomun inşaa ettiği otobanda süratle geçip gidecek.
wim wenders, coppola, guy ritchie son yıllarda altar egoya kafayı takan abilerin hepsi andropoza girmiş adamlar. esra ile çektiğimiz filmde bile kadının içindeki altar erkeği göstermeye çalışmıştım. Oha andropoza mı giriyorum.
dövüş sahnesi çekmek istiyorum 30 plan dövüş sahnesi.
chaser'ı indireyim yarın gözdeyi kandırırım, frozen river yerine onu izleriz.
hayır, bak işte, iletişim eksikliğimin temel nedeni bilinçsiz bir şekilde konudan konuya atlıyor olmam...
Mezarlıktan çıkarken sürekli kavga ettiğim huysuz seda kulağıma "çok güçlü bir adamsın sen" demişti. Hiç bir şey dememiştim, bu cümleyi duymaya alışkındım.
Halbuki ona şunu demeliymişim;
"şimdi ben siz olmadan da gidip bir bara yalnız başıma içebilseydim işte o zaman güçlü bir adam olacaktım. Hayır Sedacım, ben sandığım kadar güçlü değilim."
İnsanlar gücü yanlış biliyorlar. en azından sözlükteki tanımı bana uymuyor.
önümüzdeki on dakika boyunca nofrostta patlamak üzere olan biramı açıp tarihin arka odasını izlerken,
arkamda bıraktığım on dakika boyunca neler olduysa, gelecekteki her on dakikada da aynı olaylar yaşanacak ve hayatım, ben güçlü bir karakere sahip olamadan, olayların akışına müdehale edemeden, altar egomun inşaa ettiği otobanda süratle geçip gidecek.
wim wenders, coppola, guy ritchie son yıllarda altar egoya kafayı takan abilerin hepsi andropoza girmiş adamlar. esra ile çektiğimiz filmde bile kadının içindeki altar erkeği göstermeye çalışmıştım. Oha andropoza mı giriyorum.
dövüş sahnesi çekmek istiyorum 30 plan dövüş sahnesi.
chaser'ı indireyim yarın gözdeyi kandırırım, frozen river yerine onu izleriz.
hayır, bak işte, iletişim eksikliğimin temel nedeni bilinçsiz bir şekilde konudan konuya atlıyor olmam...
12 Haziran 2009 Cuma
Büyüsün, yaz.
İşin yazın tarafını halletmeliyim derken görsel tarafını çok boşladım.
dört dakikalık klipte en az 160 farklı görüntüm olması gerekiyordu...
Mehmet Abi'ye izlettim beni dövecekti ; "bir ışık görsem sinirlenmeyeceğim... Kapıcı gibi çekmişsin. Sizin kapıcı da eline alsa kamerayı senin koyduğun yere koyardı" gibi cümlelerle beni motive etmeye devam etti. Hayır, ihtiyacım olan şey buydu kesinlikle...
Sobanın sıcak olduğunu bana söylemişlerdi ama ben her zamanki can'lığımı yaptım ve ona dokundum. Elim fena yara aldı. Bir daha dokunursam o sobaya, elim eriyip yok olacak. O halde artık hata yapma şansım yok. Ve yapmak istediğim işte hata yapma riskinin olmaması seni kesinlikle daha özgür kılıyor.
kilit cümlemiz:
bu sahnede önemli olan ne!
Bu arada, sanırım bu yaz eğlenceli geçecek. staj ve yaz okulu aynı anda ama ikisi de yorucu şeyler değil haftaiçi akşamları mavi tabancalı hikayeme devam edebilir, her gece mehmet abi'nin yöntemi uygulayarak bir film izleyip yatabilirim. Haftasonları gündüzleri okumalara ayırırım vaktimi. Akşamları içerim. Ağustos sonu gibi tatile kaçarım.
ulan nasıl gaza geldim? Sanki eve çıkarken asansörü yumruklayan ben değilim. umut doldu içim.
dört dakikalık klipte en az 160 farklı görüntüm olması gerekiyordu...
Mehmet Abi'ye izlettim beni dövecekti ; "bir ışık görsem sinirlenmeyeceğim... Kapıcı gibi çekmişsin. Sizin kapıcı da eline alsa kamerayı senin koyduğun yere koyardı" gibi cümlelerle beni motive etmeye devam etti. Hayır, ihtiyacım olan şey buydu kesinlikle...
Sobanın sıcak olduğunu bana söylemişlerdi ama ben her zamanki can'lığımı yaptım ve ona dokundum. Elim fena yara aldı. Bir daha dokunursam o sobaya, elim eriyip yok olacak. O halde artık hata yapma şansım yok. Ve yapmak istediğim işte hata yapma riskinin olmaması seni kesinlikle daha özgür kılıyor.
kilit cümlemiz:
bu sahnede önemli olan ne!
Bu arada, sanırım bu yaz eğlenceli geçecek. staj ve yaz okulu aynı anda ama ikisi de yorucu şeyler değil haftaiçi akşamları mavi tabancalı hikayeme devam edebilir, her gece mehmet abi'nin yöntemi uygulayarak bir film izleyip yatabilirim. Haftasonları gündüzleri okumalara ayırırım vaktimi. Akşamları içerim. Ağustos sonu gibi tatile kaçarım.
ulan nasıl gaza geldim? Sanki eve çıkarken asansörü yumruklayan ben değilim. umut doldu içim.
11 Haziran 2009 Perşembe
7 Haziran 2009 Pazar
an itibarı ile fark ettim ki yarın gidip bir yere oturup iki bira içerken iki lafın belini kırmak isteyeceğim bir adam yok etrafımda. hatta bir önceki cümleyi yazarken fark ettim ki benim erkek cinsiyetinden bir arkadaşım kalmamış. bir dakika hatırlamaya çalışıyorum; cemburak yurtdışında, kaos, can devirleri kapandı, cihat'a arkadaş kelimesi yakışmıyor sanırım, hakanla siyaset, futbol karışık derken... oha bildiğin asosyal oldum. ortaokul yıllığıma bakıp ego tazelemeye kadar düştüm sanırım.
2 Haziran 2009 Salı
ne çok cümle!
puslu kıtalar atlası'nın 60. sayfasında Erdal Öz 2009 edebiyat ödülünün yanlış insana verilmiş olduğuna dair önyargım yıkılmış değil.
bu cümleden sonra "sabah olmasın" diyesim geldi. Az önce not defterine yazdığım gibi;
az sonra, uykuya daldıktan belki yedi saat sonra gözümü açtığımda hala karanlıksa...
ve ben bu karanlığa aldanıp tekrar uyursam diğer herkesin yaptığı veya yapacağı gibi...
uykusuzluğumuz bizi uyandırırsa, nihayet
ama hala karanlıksa...
öf böyle bir film vardı galiba. evet evet dark city miydi ? böyle miydi o? Daha fantastikti sanırım. İzlediğimi ve beğenmediğimi hatırlıyorum. Yalnız, o film sahne süresi en kısa film sanırım değil mi? İki saniye miydi ortalamada... Klipte yapamadığımı... ya aslında bu yapamamakla ilgili değil... Yahu ben requem for a dream isimli filmi yarıda bıraktım çok sıkıcıydı, fanatikleri var, akıl sır erdirebimiş değilim.
aklıma bir film geldi. pardon film değil, bir şey geldi sadece. o da şu; galeri çekimleri ilk olacağı için o ayakkabının zaten sa....... yazasım yok, sıkıntıma çare olmadı bu da. national geographicteki zaman-mekan belgeseli beni bu hale getirdi. rüyamda solucan deliği bulmak istiyorum. az önce gerçekten bir şey istedim yüce varlıktan. Şu atlas okyanusunda kaybolan uçağı Allahım! lütfen! uzaylılar kaçırmış olsun!
büyük harf yazımı konusunda neden bu kadar lakayıtım acaba?
Mario Levi, geçen gördü beni, Ya Can! okudum! dedi. Ne güzel yazmışsın. "Dedim alıntı mı yaptı acaba filan!"
şu son yazdığım cümleyi söyledi, gerçekten böyle dedi duydum, ağzının içinde geveledi ben de o bu cümleyi kurarken yere eğdiğim kafamı kaldırmadım ki yüzümdeki ekşimeyi görmesin. Yok abi ilkokuldaki resim öğretmeni herkes. Yine de iyi bir insan o.
İlknur, sevil, defne (ki bunlar alim insanlar olabilirler) isimli fakultemiz hocalarına gitsem desem ki. Hocam 5 milyon türk lirası hesabınıza para yatırdım. şu öğretmenliği bırakın. Kucaklaşarak evet derler. O an yok olurlar okuldan.
Kötü insan budur işte!
Ama Aykut Hoca'ya de, siktir lan der. Berrin Hoca gerçekten siker. Mario Levi tamam der, alır parayı sonra ikinci gün gelir tekrar okula dersine girer.
bunlar da iyi insanlar.
peki ben bu ayrımı nasıl yapabildim? Çok basit! İşte bizim kullandığımız artık ne anlama geldiğini bilemediğimiz samimiyet kelimesi varya, onun temel anlamını bilmem yetti.
Bu kelimenin anlamı şudur: üstlendiği işi gerçekten isteyerek yaptğına inandığımız insanların diğerleri üzerinde bıraktığı olumlu intiba.
Buradaki iş kavramı önemli. Aşk, sevgi, inanç, özlem böyle kavramların kimde olduğunu ve gerçtekten o insanda olup olmadığını fark etmek zordur hatta bilemezsiniz. Bunu kişinin kendisi de bilemez. Neden ki sahibi olduğu ve bir uğraş haline getirdiği aşık (ki bu kelime "benim işim aşık olmak", "benin işim özlemek", "inanıyorum daha ne yapayım" gibi cümleler kuran filozofların saçmaladıklarına dair bir atfım olsun) olma eylemini kıyaslayabileceği karşıt bir eylemi ne kendi içinde ne de çevrede bulamayacaktır.
Herkes aşık olabilir ama herkes öğretmen olamaz. Öğretmen olmak için belli değerlerinin diğerleriyle yer değiştirmesi gerekir. Bir şeyleri gerçekten paylaşmak isteyen insan, "para" değerini ilk beş değerinden biri yapmayacaktır değil, bilinçsizce yapamayacaktır ki bu, öğretmen olup olamayacağını belirler o insanın. Öğretmen olmak isteyen insan şayet para kazanmak da istiyorsa aslında bir şeyler öğretemeyeceğini içten içe bilmektedir. Parayı, o mesleği üstlenenler kazanmaz, daha doğrusu minimumu kazanacaklardır onlar. O meslek sayesinde zengin olanlar, işinin virtüözü olmuş olanlardır. E işletme okuyanlar paragöz mü. Kesinlikle! Parayı işletmeyi öğreniyorlar ya da iktisatçılar... Ve bu kadar çok işletme öğrencisi olması içler acısı bir durumdur. Evet benim dediklerim genellikle bir üretim safhası ile alakalı. Gerçekten üretmek isteyenler üretebilir ve üretiminin tabii karşılığını alırlar diyorum kabaca. Öğretmenlerde üretirler. Onlar insanın en yetkin en gelişmiş halini üretirler.
kriz anlarında (ülkemizin içinde bulunduğu kriz de bu anlara sebebiyet veren önemli bir faktördür, çünkü ekonomiktir) bu maske takan soytarıların maskeleri düşmeye başlar. Çünkü herhangi bir şekilde meslek sahibi olmuş o insanlar artık para kazanamayacaklarını gördükleri anda ya da alışmış oldukları ellerine geçen miktar azaldığı için profesyonellikten tavizler vermeye başlarlar. İnsanlara daha kaba davranabileceklerdir artık. Surat asabileceklerdir.
İşte bu acınası durumda olanlar genellikle patronlar (evet, o insanlar patron olurlar (en büyüğünden bir medya patronu, ya da en basidinden onunla çalışan sanatçıları işçisi olarak gören lanet bir galeri sahibi) olurlar ve işiyle özdeşleşmiş insanlara kabus kusarlar.
Kısa filmde bana yardım edecek bir arkadaş bulamamamı neye bağlamalıyım? "İki sene önce" dedim anneme "kısa film çekmemi bekleyen insan sayısı çok fazlaydı sanki". O insanlar bana yardım etmek için hazır bekliyorlardı o günü. Gerçekten bana yardım etmek mi istiyorlardı acaba. Bana gerçekten yardım edecek birileri zaten kendilerini o filmin bir parçası olarak görmek isteyenlerdir. Can Kolukısa için oradayız denmeyecek yani! Yapacağım çekimde kendisi için bulunmak istemeyen kimde olmasın! En basidinden nasıl çekim yapılır gerçekten görmek isteyenler gelsin ne biliyim bir amacı olsun kendisi için...
Can'a kameraman olacağını söylediğimde gelmek istemesi ona olan saygımı ve sevgimi arttırmıştır ("düğün" nedeniyle gelemeyecek ama! Abi düğüne ya bak yine sinir oldum! Düğün'e gitmek nedir artık!). Neden ki Can vasfını ve yetkinliğini gösterebileceği bir ortamda bulunmak istemektedir. Ve artık buna hizmet etmeyen ortamlarda ve kişilerle görüşmek şayet kendi vasfını geliştirmek için harcıyacağı bir zaman diliminden vermesini gerektiriyorsa kesinlikle istememektedir. Bu yazdıklarımı Can'a yollayacağım. Umarım "evet abi aynen böyle" diyecek ama şöyle diyecek aslında.
"Ya yine gelirdim sonuçta ama, sıkılıyorum diğer türlü... Kameramanlık daha iyi tabii."
Ki bu adam süper kadraj alıyor. Tabii ki kameramanımdır! Ulan Kıvılcım'ı vokal ettim. Can'ı da görüntü yönetmeni yaparsam onlardan önce kendimi ihya olmuş sayacağım.
Ama şu gerçek, bir özeleştiri yapmalıyım burada, hayran olduğum kimseler var ya, onlara daha iyi davranmalıyım. Bir arayıp sormalıyım. Merhaba demeliyim. Nasılsın demeliyim. Bunları söylemek istemediğimden yapmıyor değilim ama. Burada yaptığım şey tamamen şımarıklık)
böyle umursamaz takılmaya devam edersem, yalnız kalacağım gerçekten.
esra'nın mailine cavap vermekle, cemburak'a ne zaman geliyorsun demekle başlıyorum. (bu iki insanın bir yılın dokuz-on ayını yurtdışında geçiriyor olmaları kötüymüş)
bu cümleden sonra "sabah olmasın" diyesim geldi. Az önce not defterine yazdığım gibi;
az sonra, uykuya daldıktan belki yedi saat sonra gözümü açtığımda hala karanlıksa...
ve ben bu karanlığa aldanıp tekrar uyursam diğer herkesin yaptığı veya yapacağı gibi...
uykusuzluğumuz bizi uyandırırsa, nihayet
ama hala karanlıksa...
can! Çoşkularından yola çıkarak bir şeyler yazmamayı ne zaman öğreneceksin!
öf böyle bir film vardı galiba. evet evet dark city miydi ? böyle miydi o? Daha fantastikti sanırım. İzlediğimi ve beğenmediğimi hatırlıyorum. Yalnız, o film sahne süresi en kısa film sanırım değil mi? İki saniye miydi ortalamada... Klipte yapamadığımı... ya aslında bu yapamamakla ilgili değil... Yahu ben requem for a dream isimli filmi yarıda bıraktım çok sıkıcıydı, fanatikleri var, akıl sır erdirebimiş değilim.
aklıma bir film geldi. pardon film değil, bir şey geldi sadece. o da şu; galeri çekimleri ilk olacağı için o ayakkabının zaten sa....... yazasım yok, sıkıntıma çare olmadı bu da. national geographicteki zaman-mekan belgeseli beni bu hale getirdi. rüyamda solucan deliği bulmak istiyorum. az önce gerçekten bir şey istedim yüce varlıktan. Şu atlas okyanusunda kaybolan uçağı Allahım! lütfen! uzaylılar kaçırmış olsun!
büyük harf yazımı konusunda neden bu kadar lakayıtım acaba?
Mario Levi, geçen gördü beni, Ya Can! okudum! dedi. Ne güzel yazmışsın. "Dedim alıntı mı yaptı acaba filan!"
şu son yazdığım cümleyi söyledi, gerçekten böyle dedi duydum, ağzının içinde geveledi ben de o bu cümleyi kurarken yere eğdiğim kafamı kaldırmadım ki yüzümdeki ekşimeyi görmesin. Yok abi ilkokuldaki resim öğretmeni herkes. Yine de iyi bir insan o.
İlknur, sevil, defne (ki bunlar alim insanlar olabilirler) isimli fakultemiz hocalarına gitsem desem ki. Hocam 5 milyon türk lirası hesabınıza para yatırdım. şu öğretmenliği bırakın. Kucaklaşarak evet derler. O an yok olurlar okuldan.
Kötü insan budur işte!
Ama Aykut Hoca'ya de, siktir lan der. Berrin Hoca gerçekten siker. Mario Levi tamam der, alır parayı sonra ikinci gün gelir tekrar okula dersine girer.
bunlar da iyi insanlar.
peki ben bu ayrımı nasıl yapabildim? Çok basit! İşte bizim kullandığımız artık ne anlama geldiğini bilemediğimiz samimiyet kelimesi varya, onun temel anlamını bilmem yetti.
Bu kelimenin anlamı şudur: üstlendiği işi gerçekten isteyerek yaptğına inandığımız insanların diğerleri üzerinde bıraktığı olumlu intiba.
Buradaki iş kavramı önemli. Aşk, sevgi, inanç, özlem böyle kavramların kimde olduğunu ve gerçtekten o insanda olup olmadığını fark etmek zordur hatta bilemezsiniz. Bunu kişinin kendisi de bilemez. Neden ki sahibi olduğu ve bir uğraş haline getirdiği aşık (ki bu kelime "benim işim aşık olmak", "benin işim özlemek", "inanıyorum daha ne yapayım" gibi cümleler kuran filozofların saçmaladıklarına dair bir atfım olsun) olma eylemini kıyaslayabileceği karşıt bir eylemi ne kendi içinde ne de çevrede bulamayacaktır.
Herkes aşık olabilir ama herkes öğretmen olamaz. Öğretmen olmak için belli değerlerinin diğerleriyle yer değiştirmesi gerekir. Bir şeyleri gerçekten paylaşmak isteyen insan, "para" değerini ilk beş değerinden biri yapmayacaktır değil, bilinçsizce yapamayacaktır ki bu, öğretmen olup olamayacağını belirler o insanın. Öğretmen olmak isteyen insan şayet para kazanmak da istiyorsa aslında bir şeyler öğretemeyeceğini içten içe bilmektedir. Parayı, o mesleği üstlenenler kazanmaz, daha doğrusu minimumu kazanacaklardır onlar. O meslek sayesinde zengin olanlar, işinin virtüözü olmuş olanlardır. E işletme okuyanlar paragöz mü. Kesinlikle! Parayı işletmeyi öğreniyorlar ya da iktisatçılar... Ve bu kadar çok işletme öğrencisi olması içler acısı bir durumdur. Evet benim dediklerim genellikle bir üretim safhası ile alakalı. Gerçekten üretmek isteyenler üretebilir ve üretiminin tabii karşılığını alırlar diyorum kabaca. Öğretmenlerde üretirler. Onlar insanın en yetkin en gelişmiş halini üretirler.
kriz anlarında (ülkemizin içinde bulunduğu kriz de bu anlara sebebiyet veren önemli bir faktördür, çünkü ekonomiktir) bu maske takan soytarıların maskeleri düşmeye başlar. Çünkü herhangi bir şekilde meslek sahibi olmuş o insanlar artık para kazanamayacaklarını gördükleri anda ya da alışmış oldukları ellerine geçen miktar azaldığı için profesyonellikten tavizler vermeye başlarlar. İnsanlara daha kaba davranabileceklerdir artık. Surat asabileceklerdir.
İşte bu acınası durumda olanlar genellikle patronlar (evet, o insanlar patron olurlar (en büyüğünden bir medya patronu, ya da en basidinden onunla çalışan sanatçıları işçisi olarak gören lanet bir galeri sahibi) olurlar ve işiyle özdeşleşmiş insanlara kabus kusarlar.
Kısa filmde bana yardım edecek bir arkadaş bulamamamı neye bağlamalıyım? "İki sene önce" dedim anneme "kısa film çekmemi bekleyen insan sayısı çok fazlaydı sanki". O insanlar bana yardım etmek için hazır bekliyorlardı o günü. Gerçekten bana yardım etmek mi istiyorlardı acaba. Bana gerçekten yardım edecek birileri zaten kendilerini o filmin bir parçası olarak görmek isteyenlerdir. Can Kolukısa için oradayız denmeyecek yani! Yapacağım çekimde kendisi için bulunmak istemeyen kimde olmasın! En basidinden nasıl çekim yapılır gerçekten görmek isteyenler gelsin ne biliyim bir amacı olsun kendisi için...
Can'a kameraman olacağını söylediğimde gelmek istemesi ona olan saygımı ve sevgimi arttırmıştır ("düğün" nedeniyle gelemeyecek ama! Abi düğüne ya bak yine sinir oldum! Düğün'e gitmek nedir artık!). Neden ki Can vasfını ve yetkinliğini gösterebileceği bir ortamda bulunmak istemektedir. Ve artık buna hizmet etmeyen ortamlarda ve kişilerle görüşmek şayet kendi vasfını geliştirmek için harcıyacağı bir zaman diliminden vermesini gerektiriyorsa kesinlikle istememektedir. Bu yazdıklarımı Can'a yollayacağım. Umarım "evet abi aynen böyle" diyecek ama şöyle diyecek aslında.
"Ya yine gelirdim sonuçta ama, sıkılıyorum diğer türlü... Kameramanlık daha iyi tabii."
Ki bu adam süper kadraj alıyor. Tabii ki kameramanımdır! Ulan Kıvılcım'ı vokal ettim. Can'ı da görüntü yönetmeni yaparsam onlardan önce kendimi ihya olmuş sayacağım.
Ama şu gerçek, bir özeleştiri yapmalıyım burada, hayran olduğum kimseler var ya, onlara daha iyi davranmalıyım. Bir arayıp sormalıyım. Merhaba demeliyim. Nasılsın demeliyim. Bunları söylemek istemediğimden yapmıyor değilim ama. Burada yaptığım şey tamamen şımarıklık)
böyle umursamaz takılmaya devam edersem, yalnız kalacağım gerçekten.
esra'nın mailine cavap vermekle, cemburak'a ne zaman geliyorsun demekle başlıyorum. (bu iki insanın bir yılın dokuz-on ayını yurtdışında geçiriyor olmaları kötüymüş)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)