31 Ekim 2009 Cumartesi

ama bir de şu var:


"I am alone. I am not lonely."

robert de niro "Heat"

Tabiiiiii (güleç bir sıfatta, o gerili dudakları aniden büzüp gözleri irileştirerek)

Artık rüyalarımda O'na anlatabileceğim şeyleri görüyor olmam güzel bir gelişme. Tabii anlattığım rüyanın önermesi şu olmasaydı daha iyi olurdu: "Anlatabileceğin rüyaları ona anlattığında birbirinize anlatacak bir şeyiniz kalmamış demektir." O, hiç beklemedikleri anda sırtımı çevirdiğim insanlardan olsun istemedim hiç bir zaman.
Yağmur trafiğinde mahsur kalmış dolu minibüslere, otobüslere, havasız tüm o yerlere teşekkür edelim, bize sağlıklı düşünme fırsatı verdiği için. Ve gidip o kuaföre gireceğim, orada gerçekten o kıza benzeyen birisi varsa flört edeceğim. Of zaten kız metaforu başlı başına bir olay. Siyah saçları güzel göğüsleri ve dolgun dudakları vardı (pes oyununda erkekleri dize getirdiği gözlerindeki haşinlikten belliydi). Kızdan hoşlanmıştım ya da ihtiyacım vardı ona. İhtiyacım vardı çünkü yalnızdım, benim bir arkadaşa ihtiyacım vardı birlikte pes oynayacağım. Belki de o yüzden bu çirkinliği ona yapamıyordum (çirkin itiraf). Keşke Freud Baba yan komşum olsaydı çalıp kapısını zorla dinlettirirdim ona rüyamı. Bir dakika! Bir psikolağa ihtiyacım olduğunu mu itiraf ettim az önce? Kesinlikle. Kötü bir şey değil ki. Hem psikoloğa gitsem; "sana yapılacak bir şey yok ki (sana müdahale edemeyiz (!), sen halletmişsin kafanda bre oğul" deme ihtimali çok yüksek. Sonuçta O'nu arayıp "kimdi lan o yanındaki lavuk?" dememiştim. Bu süreçle paralel rüya görüyorum, rüyalarımı idealize etmiyorum demektir. Ve yine sonuçta o çocuğun adını öğrenmek istemiyorum. Bu da gerçekten istemiyorum demektir.
Ama o kız yüzünden olmasa keşke, bu filmde beni motive eden sadece trafikte tıkılı kalmış dolu minibüs olsa. Kız olmasa... Yo olmaz işte. Tanrım ben bu senaryo işini çözdüm gerçekten! Ot dediğimiz uyuşturucunun nasıl ki inandırıcı bir motivasyon rolü olamayacaksa tıkışık minibüsünde böyle bir rolü olamazdı benim filmimde. Klişe, güzel bir kız olmalıydı. Neyse, neticede bu bir dönüm noktası. Bu dönüşten O'nun da haberi olsun istedim. Benim istersem neler yapabileceğimi göstermek istedim (!) ve sabah uyanır uyanmaz onu aradım. Sesini duyduğumda karanlık rüzgarlı, yağmurlu bir sabaha uyandığımı fark ettim. Zaten rüyamın geri kalanı, O'na anlatma gereği duymadığım kısmı aklımdaydı. Öncesini yemiş yutmuş anlamış ve unutmuştum bile.

Şu din hocası varya, hani dersine girmeyip müzik anfisine kaçtığım. İşte o din hocası beni yakalıyordu bahçede. Beni uzaktan görmüş yanıma sinsice yaklaşmış... Neyse gerisi önemli değil çünkü yazının bu noktasında mutfağa gidip kahvaltı hazırladım. Bıldırcın yumurtalarından ortalığı batırdık yaptm kendime (pişirilince besin değerinin kaybetmediğini eskiden bilmiyordum, paketinin üzerinde yazıyormuş halbuki). Salonda, televizyonun önünde yedim, güzel olmuştu. Trt türk diye bir kanalda Fazıl Say karşıma çıktı. Viyana'da dolaşıyordu ve beethoven'ı anlatıyordu. O giderek Beethoven'ın ne kadar çok hayal kırıklığına uğradığını ve yalnızlaştığını anlattıkça ağladım. Benim komşum olabilirdi Beethoven ve yerini sevdiyse diğer komşuların onu kovmasına izin vermezdim. Uykularında sularına ilaç katıp zehirlerdim onları.

29 Ekim 2009 Perşembe

saygılar, sevgiler...

...Cinsenllik, kişinin kendisini farklılaşmış, ayrı bir insani varlık olarak tanımasını sağlayan, bu üçüncü türden yalnızlık deneyimine, korku ve kendinden kuşkulanma ögelerini kattı böylece. Korkulan ya da kuşku duyulan konunun, kişi için özel bir önem kazandığı, beylik bir psikolojik bilgidir. Tam da cinselliğin yarattığı kararsızlıklar, cinsel deneyimin önemini artırıt: Cinsellik sorunlu bir alan olduğu için, kendimizi tanımlamamız açısından daha fazla önem taşımaya başlar. Cinselliğin gereğinden fazla önem kazandığı; nefis tanımlanması ve tanınmasına ilişkin, yerine getiremeyeceği ve getirmesi de gerekmeyen görevlerin cinselliğe yüklendiği, Foucault ve benim paylaştığımız teorik ve pratikbir görüş sanıyorum.


Başlangıç için, son bir değinme daha: Bu cinsellik ve yalnızlık sorunuyla ilgili olarak, şöyle bir mantık yürütülebilir: "Unutalım bunu! Cinsellikten zevk alalım ve kendimiz üzerine düşünmeyi bırakalım!" Yalnızlıktan, neden bu yolla çıkılamayacağını söylemek isterim.
Yalnızlık ve biraradalık arasında doğrudan ilişkiler var: Eğer bir insan, yalnız olmayı pek iyi beceremiyorsa, başkalarıyla bir arada olmayı da beceremez. Farklılığın yalnızlığıyla, toplumdaki bir aradalık arasında ortak bir ritm vardır ve kendimizle yalnız kalma deneyimi, kısmen böylesine yaralandığı için, bu ritmi sezemiyoruz. Öte yandan, geçmişte mümkün olmayan bir biçimce yapayabiliriz de bu ritmi; çünkü Batı'nın burjuva toplumlarında çok büyük olanaklar açıldı: parçalı bir toplumda yaşamak...

Geçmişte pek çok toplumu bir arada tutmuş olan din, aile, iş ve cemaat gibi organik bağlardan kaçabilme fırsatı var günümüzde - tamamiyle olmasa bile en azından ortak bir ideal olarak var bu. Bugün organik olana sevgi duymadan da varolabilmeye başladık. İlk kez Durkheim'ın ayrıntılı bir biçimde değindiği gibi, dev bürokrasiler, artık organik dayanışma yoluyla kurulmuyorlar. Bütünlüklerini; aile, iş yeri, 18. yüzyılın kent ve köylerinde olduğu gibi, tek bir bünye içinde hatta fiziksel olarak birbirine bağlı değiller artık. Din, geleneksel Katolik ve Musevi yaşamında oynadığı bütünleştirici rolü oynamıyor. Bu değişimlere, toplumsal çöküş belirtileri olarak bakıp yakınmak yerine, onları kabullenebilir ve ne gibi yararlar sağlayabileceklerini görmeyi deneyebiliriz. Bunlar, hem yalnızlık, hem biraradalık açısından yeni olanaklar getiriyor gibi geliyor bana.

Organik bağların kaybı, toplumsal ilişkilerin giderek artan boyutlarda özgür seçim konusu olabilecceği anlamına geliyor. Toplumsal ilişkilerin anlamı, bir doğa, tanrısal yasa, organik zorunluluk şeması içine oturtulmadığı ölçüde artar. Ama parçalı bir toplumdaki kişinin bu seçme ya da seçmeme hassası kişinin kendisini, haklarıyla birlikte, özgün ve farklı bir varlık olarak nasıl göreceğini bilmesine bağlıdır. Psikolojik hakikatin ölçütü olarak cinsellik enflasyonu, bu tür bir nefis bilgisini karmaşa içine itti.

Richard Sennet (Telos Yayınları, -Micheal Foucault "Dostluğa Dair"- isimli kitabı.

iki şiir iki vezir

Yüzüne bakmadığım zaman,
Başka gözüm var seni gören.





Bir sen yürürsün sokakta, yürürken;
Oturursun koltuğa, oturunca.
Su bir senin bardağında en çok su.
Bir senin kolların bileziklidir.
Bir senin ağzın dudaklı ve sıcak.
Bir sen memelisin, ince bellisin.

Başkaları gitmiş olur, gidince;
Bir sen yakınsın uzakta kalınca.

(bütün çaldıklarım Oktay Rifat Baba'dan)
Eslerin, notalarla birlikte, müzikal parçaya ait oldukları gibi, dostluk ilişkilerinde de görüşmeye bir süre ara vermek yararlı olabilir.
Gothe'den Achim v. Arnim'e (Weimar, 22 şubat 1814)