turuncu filan diyorlar, abuk sabuk renkler giyiorlar.
asıl turuncu Aralık'da saat: 7.36 da benim odamdan doğuya doğru bakınca gözüken turuncudur, hafif pembeye çalar.
duş yapmadan ayılamazsınız bu rengi görünce, içinizde bu saatte kalkmanın (belki çok daha erken) verdiği huzurla güne başlarsınız.
tam bu saatte o güneşe karşı bir sahne çekmek istersiniz, bu güzel renkle dolan bir yatak odasında iki aşığın sevişme sahnesini.
benim Muslukçu (ben, ona Hulusi diyorum) kalksında güneş görsün.
başlık da aklıma bir anda geldi, öylesine. Bu aralar güzel manzara görünce aklıma Sonbahar geliyor.
hayat, onun üzerinden edebiyat yapamayacağımız kadar kusursuz.
25 Aralık 2008 Perşembe
Sinemada ses kullanımı için bkz: La Pianiste
Saat 5 de uyandım bir bardak su içtim, yatağıma yattıktan sonra tekrar uyuyamadım.
Bilgisayarı açtım, içerisinde bir film varmış. Geçen gün izlemek için takmıştım sonradan hatırladım.
Yatağıma girdim laptopı kucapıma aldım, izledim. Az önce bitti.
Entellektüel hazzımın doruklarında dolaştığımdan, uykusuzluğumun yaratacağı bedensel huysuzluklar bugün moralimi bozamayacak.
Arkadaş, filme kusur bulamadım!
Oyunculuklarından kurgusuna bu kadar mı şey olur.
O kelimeyi söylemeyeceğim!
Bak bak bu da, uykusuzluğun bedene yaydığı enerji.
Bilgisayarı açtım, içerisinde bir film varmış. Geçen gün izlemek için takmıştım sonradan hatırladım.
Yatağıma girdim laptopı kucapıma aldım, izledim. Az önce bitti.
Entellektüel hazzımın doruklarında dolaştığımdan, uykusuzluğumun yaratacağı bedensel huysuzluklar bugün moralimi bozamayacak.
Arkadaş, filme kusur bulamadım!
Oyunculuklarından kurgusuna bu kadar mı şey olur.
O kelimeyi söylemeyeceğim!
Bak bak bu da, uykusuzluğun bedene yaydığı enerji.
*
Zaten Yusuf, senelerden beri hiç kimseye karşı kalbinde muhabbet beslemiyor ve bir insanı sevebilmesi için ona hayran olması lazım geldiğini anlıyordu.
( Sabahattin Ali "Kuyucaklı Yusuf" )
( Sabahattin Ali "Kuyucaklı Yusuf" )
20 Aralık 2008 Cumartesi
çekim sonrası, sabaha karşı...
Bize insan olduğumuzu hatırlatan filmleri seviyorum.
**
**
sabahın altısı. taksiden indim
yürürken fark ettim ki ıslak toprağı kokladığım ve üstümdeki kasvetli lavicert renge baktığım her saniye, yüzümde aptal bir gülümseme...
Sonbahar'ın izlerine, gün ağarmadan, çevremdeki eşyalar tüm güzellikleriyle renklerine bürünmeden hemen önce, uykusuzluğumun ve az sonra göreceğim egoist hayallerin sayesinde yüzlerce anlam yükledim.
açlığımı unuttum,
odama girince perdelerimi açtım.
odama girince perdelerimi açtım.
yatağıma girdim. yüzümde aptal br gülümseme...
egoist hayaller kurdum; yeteneğime ve aklıma çok güveniyordum, Sonbahar'ın noksan taraflarını düşünüp ondan güzel filmler çekmiştim. Birkaç heykelcik havaya kaldırdım, entellektüel hazzımın doruk noktasında uykuya daldım.
egoist hayaller kurdum; yeteneğime ve aklıma çok güveniyordum, Sonbahar'ın noksan taraflarını düşünüp ondan güzel filmler çekmiştim. Birkaç heykelcik havaya kaldırdım, entellektüel hazzımın doruk noktasında uykuya daldım.
uykumda hep insanlar gördüm,
hepsi de arkadaşım.
18 Aralık 2008 Perşembe
16 Aralık 2008 Salı
Saçmalamış olabilirim, sinir harbiyle yazıyorum.
Bebeklerin beyni düz olur! Kıvrımlar sonradan...
Ben kızım demeyi severim.
Sevdiğim kız arakdaşlara kızım derim.
Dersane yıllarından, matematik öğretmenimden (çok orjinal bir adamdı) miras kaldı.
Neyse konu o değil zaten.
Kızım, sen kimsin? Ya sen düşünen, üreten o çalışkan adama nasıl bok atarsın!
Hayır sen kimsin?
Evde gizli saklı masturbasyon denemeleriyle, düz beyinli arkadaşlarınla ( 20 küsür yaşlarındaki düz beyinliler bunlar! Hayatın sillesini yemiş derslerini çıkarmış, bu düz beyin işte okumadan çok şey öğrendim diyen!) yaptığın dedikodularla, abuk sabuk alışverişler yaparak geçirdiğin zamanla sen kimsin ki henüz!
Bir bok değilsin!
Şimdi şu Arog filmine gelen eleştiriler benim sabrımı Mustafa filmine getirilen eleştirilerden sonra fazlaca taşırdı.
Arkadaşım, üniversite seviyesindeki eğitimi anlayabilecek zekan var çok şükür! Başta, senin bir beynin var. senin bir ismin de var, bir de soy ismin -sana babanın verdiği- bravo! ama sen sana bahşedilenlerin üzerine ne koydun! Bir şeyler koymaya çalışıyor musun?
Para babanın, soy ismi babanın, konuşmalar aynı baban ( ya da annen ne fark eder!), düşünce tarzı bakış açısı yine onlar, vizyonun yine onlar kadar. Lan hadi arkadaşlarından filan gördün az çok, biraz büyüdün, daha çok okudun onların parasıyla üniversitedesin, hadi tamam azıcık daha ilerdesin onlardan. İki adım.
Bir film nasıl yapılır bilir misin? Sen bir film nedir bilir misin? Senaryo nedir? Olay ögrüsü nedir lan! Bak ben bunları 3 sene öncesine kadar bilmezdim, senin gibi yönetmen olacağım derdim 6 yaşından beri! Ama sonra baktım ki film izlemekle olmuyor bu işler, izleyip boş boş konuşmakla hiç olmuyor! Sustum! Konu fizik olunca abi uzaylılar gelecek o zaman ışık hızını geçeceğiz dediydim bir kere de aldıydım ağzımın payını! Ama konu sinema olunca edebiyat olunca öyle ağzımı aça aça konuşmamalıyım her yerde dedim, düşünerek konuşmalıyım dedim! Neyse ben ayrı! Sonuçta hala okuduğum kitapları dönüp dönüp yine okuma ihtiyacı duyuyorum, yazmaya çekmeye çalışıyorum, ben diyemiyorum ki bu parayla daha iyi film çekselermiş, sen nasıl diyorsun güzel gözlüm benim. Ağzın var diye mi bütün bunlar!
Yok Arog filmi çalıntıymış, yok Cem Yılmaz'ın arkasında abisi varmış
Ordan başkası atlıyor hıh Cem Yılmaz sinemadan ne anlar.
Senden çok daha fazla anlar kabasakal! Üniversiteyi yarım bırakmışmış! laaaaan sen de kazan Boğaziçi'ni sen de yarım bırak daha güzeli mi var!
Benim isyanım; düşünen-üreten insanları karalayalım kampanyasınadır!
Bu çamurları kafası örümcek ağı kaplı eski nesil atsın ama biz genç nesil bunun önüne geçelim. Görgüsüzlüğümüzün bizi medeni insan çizgisinden uzaklaştırmasına izin vermeyelim.( adam 10 film izlemişse o 10 filmden ikisi aynı mekanda geçiyorsa bu film diğerinden kopya çekmiş denir mi!!! )
Okuyalım bilelim, emin olmadan konuşmayalım!
Hayır bir de bu heves nereden? Konuşarak mı doğdun!
Yakanızı bırakmam!
Ben kızım demeyi severim.
Sevdiğim kız arakdaşlara kızım derim.
Dersane yıllarından, matematik öğretmenimden (çok orjinal bir adamdı) miras kaldı.
Neyse konu o değil zaten.
Kızım, sen kimsin? Ya sen düşünen, üreten o çalışkan adama nasıl bok atarsın!
Hayır sen kimsin?
Evde gizli saklı masturbasyon denemeleriyle, düz beyinli arkadaşlarınla ( 20 küsür yaşlarındaki düz beyinliler bunlar! Hayatın sillesini yemiş derslerini çıkarmış, bu düz beyin işte okumadan çok şey öğrendim diyen!) yaptığın dedikodularla, abuk sabuk alışverişler yaparak geçirdiğin zamanla sen kimsin ki henüz!
Bir bok değilsin!
Şimdi şu Arog filmine gelen eleştiriler benim sabrımı Mustafa filmine getirilen eleştirilerden sonra fazlaca taşırdı.
Arkadaşım, üniversite seviyesindeki eğitimi anlayabilecek zekan var çok şükür! Başta, senin bir beynin var. senin bir ismin de var, bir de soy ismin -sana babanın verdiği- bravo! ama sen sana bahşedilenlerin üzerine ne koydun! Bir şeyler koymaya çalışıyor musun?
Para babanın, soy ismi babanın, konuşmalar aynı baban ( ya da annen ne fark eder!), düşünce tarzı bakış açısı yine onlar, vizyonun yine onlar kadar. Lan hadi arkadaşlarından filan gördün az çok, biraz büyüdün, daha çok okudun onların parasıyla üniversitedesin, hadi tamam azıcık daha ilerdesin onlardan. İki adım.
Bir film nasıl yapılır bilir misin? Sen bir film nedir bilir misin? Senaryo nedir? Olay ögrüsü nedir lan! Bak ben bunları 3 sene öncesine kadar bilmezdim, senin gibi yönetmen olacağım derdim 6 yaşından beri! Ama sonra baktım ki film izlemekle olmuyor bu işler, izleyip boş boş konuşmakla hiç olmuyor! Sustum! Konu fizik olunca abi uzaylılar gelecek o zaman ışık hızını geçeceğiz dediydim bir kere de aldıydım ağzımın payını! Ama konu sinema olunca edebiyat olunca öyle ağzımı aça aça konuşmamalıyım her yerde dedim, düşünerek konuşmalıyım dedim! Neyse ben ayrı! Sonuçta hala okuduğum kitapları dönüp dönüp yine okuma ihtiyacı duyuyorum, yazmaya çekmeye çalışıyorum, ben diyemiyorum ki bu parayla daha iyi film çekselermiş, sen nasıl diyorsun güzel gözlüm benim. Ağzın var diye mi bütün bunlar!
Yok Arog filmi çalıntıymış, yok Cem Yılmaz'ın arkasında abisi varmış
Ordan başkası atlıyor hıh Cem Yılmaz sinemadan ne anlar.
Senden çok daha fazla anlar kabasakal! Üniversiteyi yarım bırakmışmış! laaaaan sen de kazan Boğaziçi'ni sen de yarım bırak daha güzeli mi var!
Benim isyanım; düşünen-üreten insanları karalayalım kampanyasınadır!
Bu çamurları kafası örümcek ağı kaplı eski nesil atsın ama biz genç nesil bunun önüne geçelim. Görgüsüzlüğümüzün bizi medeni insan çizgisinden uzaklaştırmasına izin vermeyelim.( adam 10 film izlemişse o 10 filmden ikisi aynı mekanda geçiyorsa bu film diğerinden kopya çekmiş denir mi!!! )
Okuyalım bilelim, emin olmadan konuşmayalım!
Hayır bir de bu heves nereden? Konuşarak mı doğdun!
Yakanızı bırakmam!
12 Aralık 2008 Cuma
18 Kasım 2008 Salı
dizilere ait karakterleri izlerken başka dizi karakterlerine rastlasak?
Ne de olsa İstanbul'un her köşesinde geçen dizilerle doldu ortalık.
bir örnek;
Yaprak Dökümü dizisinde artık çok zengin olan Ferhunde'nin kendisine satın almak istediği araba, İstanbulun ünü plaboylarından Behlülün(soyismini unuttum, aşk-ı memnu) satışa çıkardığı araba olsun, buluşsunlar ( çok kısa bir sahne olsun ama ) Azman kadın ferhun yine azgın azgın baksın Behlül'e filan.
O zaman fiyatta anlaştık gibi bir diyalog geçsin.
Bir daha Ferhunde'yi gördüğümüzde Aşk-ı memnu dizisinde Behlül'ün sürdüğü arabayı Ferhunde kullanıyor.
gibi.
Ne de olsa İstanbul'un her köşesinde geçen dizilerle doldu ortalık.
bir örnek;
Yaprak Dökümü dizisinde artık çok zengin olan Ferhunde'nin kendisine satın almak istediği araba, İstanbulun ünü plaboylarından Behlülün(soyismini unuttum, aşk-ı memnu) satışa çıkardığı araba olsun, buluşsunlar ( çok kısa bir sahne olsun ama ) Azman kadın ferhun yine azgın azgın baksın Behlül'e filan.
O zaman fiyatta anlaştık gibi bir diyalog geçsin.
Bir daha Ferhunde'yi gördüğümüzde Aşk-ı memnu dizisinde Behlül'ün sürdüğü arabayı Ferhunde kullanıyor.
gibi.
17 Kasım 2008 Pazartesi
jeff buckley
(bağırarak, melodik tonunda...)
"oh my tears are falling down as i try to forget
her love was a joke from the day that we met
all of the words all of the men
all of my pain when i think back to when
remember her hair as it shone in the sun
the smell of the bed when i knew what she'd done
tell yourself over and over you wont ever need her again"
***
Güzelimle geçirdiğim en güzel gecenin sabahında, O'na kahvaltı hazırlarken dilime dolanmış ve o an yarım yamalak söylemeye çalıştığım bu sözler, tesedüfen aklıma gelmiş değildi.
İnsan, bir labirentte kaybolmuştur. İsteyerek hevesle koşarak kapısından girdiği bir labirenttir orası. Labirentte dolanıyorum ben de. Çıkış yolunu bulan olmasın herkes bizimle kalsın.
Doğumgünün kutlu olsun.
"oh my tears are falling down as i try to forget
her love was a joke from the day that we met
all of the words all of the men
all of my pain when i think back to when
remember her hair as it shone in the sun
the smell of the bed when i knew what she'd done
tell yourself over and over you wont ever need her again"
***
Güzelimle geçirdiğim en güzel gecenin sabahında, O'na kahvaltı hazırlarken dilime dolanmış ve o an yarım yamalak söylemeye çalıştığım bu sözler, tesedüfen aklıma gelmiş değildi.
İnsan, bir labirentte kaybolmuştur. İsteyerek hevesle koşarak kapısından girdiği bir labirenttir orası. Labirentte dolanıyorum ben de. Çıkış yolunu bulan olmasın herkes bizimle kalsın.
Doğumgünün kutlu olsun.
13 Kasım 2008 Perşembe
9 Kasım 2008 Pazar
Woody Allen filmi izleyince düşündüklerim:
Yazdıklarımın, çaldıklarımın ve çekeceklerimin anlaşılmasını istiyorum, bu yollarla anlatmak istediğim şeyler önemli, sadece ben ve bir kaç kişinin anlayabileceği marjinal ya da sıradışı şeyler değil. Her nefes alınmaya değerdir ve içimize çektiğimiz her nefes hayatın içindendir. Anlatmak istediklerim bir nefes kadar önemli. İnsanlar onları bir çırpıda kolayca içlerine çekebilmeli.
3 Kasım 2008 Pazartesi
keyifli bir gün
neden mi? En önemli nedeni verimli geçmesi. Sabah zamanında kalkıp güzel bir kahvaltı edilebildiği için, akbil doldurulduğu için, okulda güzel bir ders işlendiği için, beş dakikalık buluşma ayarlanarak dünya tatlısı kız öpülebildiği için, eve gelinince spora gidildiği için ve az önce duştan çıkan ben az sonra kendime güzel bir yemek hazırlayacağım için keyifli bir gün.
redd in şarkısıyla bir alakası yok. yine de değil bugün tam anlamıyla keyifli bir gün.
ayrıca ilham perilerim bu aralar benimle vakit geçirmeye pek bir hevesli, ben de onları olabildiğince iyi ağırlamaya çalışıyorum. Her şey bu küçük siyah defterle başladı, ne kadar da işime yarıyor.
Bu gün biraz da gevezeydim, türk sinema tarihinde izlediğimiz filmin (batsın bu dünya ) tetikleyici olaylarına kafayı takmıştım. Filmin kurgusu beni şaşırttı gerçekten.
Muslukçu bir türlü bitemedi. Remzi Abi ile bizimki arasındaki diyalogda uslub sorununu hallettim fakat hala hikayenin açık noktalarını kapatma özelliğine kavuşmuş değil ( uzun bir diyalog olacak, evet)
Yarın Dinamo Kadın Gönül Çapan Hocamın dersinde sunum yapacağım, yazın çektiğim filmi analiz etmemi istemişti hocam. Herkese ukala gözükeceğim ve düşününce seda gibi "çok ukalasın can" diye herkesin ortasında cümleler kurmaktan çekinmeyen arkadaşlarım yüzünden geriyor bu durum beni. Ben ukala değilim ki onlar çok alıngan sadece.
Neyse, yemeğimi yiyip yarın neler konuşacağım biraz düşüneyim. Acaba filmin kötü oluş nedenlerinin üstünde mi dursam yani hikayenin görsel olarak neden iyi yansıtılamadığından, o zaman da sanki, ne bileyim...
Bu arada ferzan özpetek'in yeni filmi kötü bence. Neden mi? Çünkü kafası karışık bir film, çok geveze bir kere, hayır çok diyalog yok, söylemek istediği çok şey var filmin ama o söylemek istediklerini sanki bir bütünün eşdeş parçalarıymış gibi yutturmaya çalışıyor izleyiciye, ben sevmedim (uygar şirin yazıları gibi oldu, özür dilerim). Ama filmde bir sahne vardı ki çok etkileyiciydi. Gözde filmden sonra şöyle sordu: Işıl Özgentürk'ün sana söylemeye çalıştığı bu muydu acaba? Evet sevgilim(sevgilimin bu blogdan haberi yok), evet arkadaşlar (evet siz okuyanlar, iki belki üç kişi) Işıl Hanım bana yaptığı eleştiriye bir örnek göstermek isteseydi o sahneyi izlememi söylerdi, eminim. Benim filmimde olması gereken ama benim üstünde durmadığım bühyük eksiklik tam olarak oydu. Sessizliğin gücünü mükemmel bir gün isimli filmdeki o sahnede çok net görüyoruz. Kullanılmalı, şiddetle teşvik edilmeli.
redd in şarkısıyla bir alakası yok. yine de değil bugün tam anlamıyla keyifli bir gün.
ayrıca ilham perilerim bu aralar benimle vakit geçirmeye pek bir hevesli, ben de onları olabildiğince iyi ağırlamaya çalışıyorum. Her şey bu küçük siyah defterle başladı, ne kadar da işime yarıyor.
Bu gün biraz da gevezeydim, türk sinema tarihinde izlediğimiz filmin (batsın bu dünya ) tetikleyici olaylarına kafayı takmıştım. Filmin kurgusu beni şaşırttı gerçekten.
Muslukçu bir türlü bitemedi. Remzi Abi ile bizimki arasındaki diyalogda uslub sorununu hallettim fakat hala hikayenin açık noktalarını kapatma özelliğine kavuşmuş değil ( uzun bir diyalog olacak, evet)
Yarın Dinamo Kadın Gönül Çapan Hocamın dersinde sunum yapacağım, yazın çektiğim filmi analiz etmemi istemişti hocam. Herkese ukala gözükeceğim ve düşününce seda gibi "çok ukalasın can" diye herkesin ortasında cümleler kurmaktan çekinmeyen arkadaşlarım yüzünden geriyor bu durum beni. Ben ukala değilim ki onlar çok alıngan sadece.
Neyse, yemeğimi yiyip yarın neler konuşacağım biraz düşüneyim. Acaba filmin kötü oluş nedenlerinin üstünde mi dursam yani hikayenin görsel olarak neden iyi yansıtılamadığından, o zaman da sanki, ne bileyim...
Bu arada ferzan özpetek'in yeni filmi kötü bence. Neden mi? Çünkü kafası karışık bir film, çok geveze bir kere, hayır çok diyalog yok, söylemek istediği çok şey var filmin ama o söylemek istediklerini sanki bir bütünün eşdeş parçalarıymış gibi yutturmaya çalışıyor izleyiciye, ben sevmedim (uygar şirin yazıları gibi oldu, özür dilerim). Ama filmde bir sahne vardı ki çok etkileyiciydi. Gözde filmden sonra şöyle sordu: Işıl Özgentürk'ün sana söylemeye çalıştığı bu muydu acaba? Evet sevgilim(sevgilimin bu blogdan haberi yok), evet arkadaşlar (evet siz okuyanlar, iki belki üç kişi) Işıl Hanım bana yaptığı eleştiriye bir örnek göstermek isteseydi o sahneyi izlememi söylerdi, eminim. Benim filmimde olması gereken ama benim üstünde durmadığım bühyük eksiklik tam olarak oydu. Sessizliğin gücünü mükemmel bir gün isimli filmdeki o sahnede çok net görüyoruz. Kullanılmalı, şiddetle teşvik edilmeli.
Fakat Gözde'nin "bence Ferzan Özpetek ile tarzınız benziyor" lafının üstüne gitmedim (hoşuma mı gitti acaba), gideceğim ( gitmeliyim).
Daha sonra burada "sinek" (muslukçudan sonra yazılacak olan) ile ilgili bir kaç düşüncemi paylaşacağım.
Daha sonra burada "sinek" (muslukçudan sonra yazılacak olan) ile ilgili bir kaç düşüncemi paylaşacağım.
20 Ekim 2008 Pazartesi
"günlük" gibi.
hastayım.
Hasta olduğumda ilahi bir etkiyle daha bir olgun daha bir ağır başlı oluyorum. 90 yaşında ölmek üzere ama huysuz bir ihtiyarın ağırbaşlılığından ve olgunluğundan bahsediyorum tabii. Ne kadar ağırbaşlı olabilirim ki. Arkadaşım bir keresinde sen daha cool daha sakin bir adam olmalıydın demişti. Gereksiz bir şekilde kafama takmıştım.
Mehmet Abi'nin dizisini izledim. Farklı olmak adına yaptığı bir kaç denemeyi sevmedim (son sahnedeki üç karakterin suratını ezerek ekrana sığdırması yanyana çok kötüydü bence). Özcan Deniz'e nasıl dayanıyor bilemiyorum. Ayrıca benim rolümü çalan adam da kötü oynuyor bence. Olsun böylesi daha iyi oldu. Kafam rahat, ve üniversite bitmeden bir kitap çıkarma hedefime doğru bir adım daha attım. "Muslukçu" hikayesi bitti. Nasıl oldu bilemiyorum ama anlatmak istediğim şey yine basit kaldı. Estetik açıdan "Çift Kağıt Hayat" daha iyidi. Aslında şu an uyuyor olmalıydım ki yarın sabah Gönül Çapan'ın dersine gidip ona hikayemi okutabileyim. Ama her ihtimalde hikayeyi ona okutamam henüz anneme okutmadım ve düzeltmeleri yapılmadı.
Oğuz Atay'ın "günlük isimli kitabını okuyorum. Çok güzel! Kendimle bağdaştırdığım çok nokta var kitapta. Ayrıca bilmediğim filmler ve kitaplar öğreniyorum. Belki bu yüzden çok sevdim kitabı. Övgü'nün sevgilisi nasıl kitaplar okuyor acaba diye merak ettim az önce? Çok ilginç gizemli, kimsenin bilmediği ama dünyanın en güzel kitaplarını okuyor ve okutuyormuş gibi geliyor bana. Beni sinir ediyor olabilir bu durum, ama sorun değil.
Hasta olduğum için spora gidemiyorum iştah zaten yok. Sabah annem sordu, nede nadam gibi kahvaltını etmiyorsun, kıvranıp duruyorsun? Şöyle cevap verdim: "Ben böyleyim anne, eğer iştahla yemek yiyen bir adam olsaydım sigorta şirketinde müdür olurdum. Bak selim ileriye!"
Dün gece televizyon izlerken trt2 deki Selim İleri'nin programına rastlamıştık ve ne kadar zayıfladığından çöktüğünden bahsetmiştik (onun ki yaşlılıktan tabii, biliyorum).
Gözde'nin facebookta koyduğum vidyosunu silmeliyim, benden daha fazla sevmiyor böyle şeyleri. Berberimi aramalıyım (salvador dali serigisi konusunda onu ekmek istemiyorum). Esra'ya filmin alt yazılı halini artık yollamalıyım (çok ayıp ettiğimi düşünüyorum). Bir de hikayemin son halinin bir çıktısını bir an önce almalıyım. Bu sefer karakaleme yollayacağım hikayemi. Çünkü şöyle bir şey istiyorum; hikayeyi ikiye bölsünler. (10 sayfa olduğu için tamamını bir sayıda yayımlamaları zor diye düşünüyorum) Can bir eskiz çizsin, ya da daha iyi bir ressam arkadaşım bilemiyorum, ama eskiz biraz hikayenin özeti gibi olsun. Eğer yayımlanırsa hikayenin yanında o da olsun, hikayem, tonuna uygun renkteki sayfalara basılsın...
gibi şeyler.
Hasta olduğumda ilahi bir etkiyle daha bir olgun daha bir ağır başlı oluyorum. 90 yaşında ölmek üzere ama huysuz bir ihtiyarın ağırbaşlılığından ve olgunluğundan bahsediyorum tabii. Ne kadar ağırbaşlı olabilirim ki. Arkadaşım bir keresinde sen daha cool daha sakin bir adam olmalıydın demişti. Gereksiz bir şekilde kafama takmıştım.
Mehmet Abi'nin dizisini izledim. Farklı olmak adına yaptığı bir kaç denemeyi sevmedim (son sahnedeki üç karakterin suratını ezerek ekrana sığdırması yanyana çok kötüydü bence). Özcan Deniz'e nasıl dayanıyor bilemiyorum. Ayrıca benim rolümü çalan adam da kötü oynuyor bence. Olsun böylesi daha iyi oldu. Kafam rahat, ve üniversite bitmeden bir kitap çıkarma hedefime doğru bir adım daha attım. "Muslukçu" hikayesi bitti. Nasıl oldu bilemiyorum ama anlatmak istediğim şey yine basit kaldı. Estetik açıdan "Çift Kağıt Hayat" daha iyidi. Aslında şu an uyuyor olmalıydım ki yarın sabah Gönül Çapan'ın dersine gidip ona hikayemi okutabileyim. Ama her ihtimalde hikayeyi ona okutamam henüz anneme okutmadım ve düzeltmeleri yapılmadı.
Oğuz Atay'ın "günlük isimli kitabını okuyorum. Çok güzel! Kendimle bağdaştırdığım çok nokta var kitapta. Ayrıca bilmediğim filmler ve kitaplar öğreniyorum. Belki bu yüzden çok sevdim kitabı. Övgü'nün sevgilisi nasıl kitaplar okuyor acaba diye merak ettim az önce? Çok ilginç gizemli, kimsenin bilmediği ama dünyanın en güzel kitaplarını okuyor ve okutuyormuş gibi geliyor bana. Beni sinir ediyor olabilir bu durum, ama sorun değil.
Hasta olduğum için spora gidemiyorum iştah zaten yok. Sabah annem sordu, nede nadam gibi kahvaltını etmiyorsun, kıvranıp duruyorsun? Şöyle cevap verdim: "Ben böyleyim anne, eğer iştahla yemek yiyen bir adam olsaydım sigorta şirketinde müdür olurdum. Bak selim ileriye!"
Dün gece televizyon izlerken trt2 deki Selim İleri'nin programına rastlamıştık ve ne kadar zayıfladığından çöktüğünden bahsetmiştik (onun ki yaşlılıktan tabii, biliyorum).
Gözde'nin facebookta koyduğum vidyosunu silmeliyim, benden daha fazla sevmiyor böyle şeyleri. Berberimi aramalıyım (salvador dali serigisi konusunda onu ekmek istemiyorum). Esra'ya filmin alt yazılı halini artık yollamalıyım (çok ayıp ettiğimi düşünüyorum). Bir de hikayemin son halinin bir çıktısını bir an önce almalıyım. Bu sefer karakaleme yollayacağım hikayemi. Çünkü şöyle bir şey istiyorum; hikayeyi ikiye bölsünler. (10 sayfa olduğu için tamamını bir sayıda yayımlamaları zor diye düşünüyorum) Can bir eskiz çizsin, ya da daha iyi bir ressam arkadaşım bilemiyorum, ama eskiz biraz hikayenin özeti gibi olsun. Eğer yayımlanırsa hikayenin yanında o da olsun, hikayem, tonuna uygun renkteki sayfalara basılsın...
gibi şeyler.
27 Eylül 2008 Cumartesi
boğum günü.

Bugün doğum günü filan kutlanmaz diyorum inanmıyor kimse.
Gwyneth güzelim kutluyordur tabii. Los Angles da yaşayıp onun kadar para kazansm ben her günü kutlarım.
Cenk Bey gelin birlikte bir bira içelim. Pazar akşamı saat 8 de karga da bekiyorum.
Ayrıca orjinal wiki de bugün, Naomi Watts (kalp) ve Miles Davis'in de doğduğu gün olduğunu örendim.
İşte öyle...
1 Eylül 2008 Pazartesi
sıradan bir blog olma yolunda ilk adım.

bu aralar çevremden olduğunca uzaklaşmaya ihtiyacım var sanırım. İftar sofrasından kalktıktan sonra oturmadan önceki eylemime devam ettim. www.booking.com adresinden 15 günlüğüne hadi en olmadı 10 günlüğüne kaçıp kurtulmak için londra'da ucuz oteller bakıyorum. Yarın şu birand yapım denilen yere de gitmek istemiyorum. Sıkılyorum oralarda. Evde oturup bir şeyler yazmalıyım içlerinden biri güzel bir senaryo diğeri ise güzel bir hikaye olmalı. anneannemle artık yaşayamıyorum. daha küçk bir evde yalnız yaşamalıyım belki. Annemin bir arkadaşı girit adasında oteller biliyormuş ucuz ucuz. Böyle yazılar yazmak keyifliymiş bu arada. Gözde ile telefondayım. Tatil konuşuyoruz. Az önce kapattık telefonu. Ne istediğimi biliyorum(bkz: yukarıdaki screenshot) ama söyleyemiyorum.
25 Mayıs 2008 Pazar
"Hiçbir şey hayat kadar şaşırtıcı olamaz. Yazı hariç."
İbni Zerhani
Merhaba,
Bağımsız Fransız sineması üzerindeki analiz yeteneğimi bilerken çok sıkıldım. Odamda kara kara düşünürken aranıza katılmakta karar kıldım.
Belirtmeliyim; çok aç gözlüyümdür ama bir o kadar da tembel... Çok ağırbaşlıyımdır ama bir o kadar da telaşlı... Yine de beni sevip sevmeyeceğinize daha sonraları karar verin lütfen.
Şimdi, belki çok daha sonraları okutmak okutulmak üzere yazmaya başlıyorum. Güldürmek güldürülmek için belki de. Hüzünlendirmek ama ağlatılmak için değil. Bir zamanlar sen olan şahsım tarafından bizi mutlu edebilmek için.
Acelemiz olmadığını kanıtlamak için de olabilir mi?
Çünkü sevişmek değil, beni bu telaş öldürecek. Elbet bir gün...
Sana da biraz kalması dileğiyle, daha yazacağım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)